30 Ağustos 2017 Çarşamba

Hz.İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI
Kitap: 2           SAYI:   171 - 180

Akıllar ermez feleğe,
Neler doldurur eleğe...
Kimisi altına geçer,
Seyreder dürüst dileğe.

Uykusuzdur, "Kaaim" durur,
Kendi halîm; yoktur gurur;
Çevirdiği fırıldaktır,
Seyredemez onu mağrur.

Halkediyor, kendi Hallâk;
İstediği: temiz ahlâk;
Herkesin kendisi düşer,
Gayrisine kursa tuzak.

Göze görünmedik Halîm,
Bilir "bilinmedik İlim";
Akılla idrâki zordur,
Anlar "ölü gibi teslim".

Leblebilerden nem alır,
Nice akılda dolanır...
Biz fânîyiz, kendi "Kayyûm".
Yok oluruz, kendi kalır.

İbretle baksak cihâna,
İki kapılı bu hana:
Gidenlerden haber gelmez,
Gelen bakıyor dört yana.

Zor anlaşılır bu; müşkül,
Herşey yanıp oluyor kül;
Bu sır zillete bürünmüş,
Açar, edenler tenezzül.

Gören, ölçüsüyle ölçer,
Geri döner, konar, göçer;
Bu bir aşkın bâdesidir,
Ahlâk sâhipleri içer.

Görünmedik bala benzer,
Anlaşılmaz "hâl"e benzer;
İçip de temizlenmiyen,
Söylenen Deccala benzer.

(Emre) içti, oldu ayna,
Bakan, benzetir boyuna;
Mehdî ile bir olmuştur,
Tutulmaz başka oyuna.

Zapteden : Neş'e Emre
Saat:7.30




4.9.1953



Bu dünyâya gelen, gidecek birgün...
Gelirken şenlenir, giderken mahzun;
Eşi ile dostu, en yakınları,
Hep mutlakaa tutar, görerek, hüzün.

Bir gaflethânedir, giren anlamaz,
Olan hâdiseyi, gören anlamaz;
Oraya çekilip, seyreden bilir,
Aklını, fikrini, veren anlamaz.

İçinde gezenler, bırakır izi,
Birçoğu çürütür, arzuyla, dizi;
Çok şükür olsun ki, gizli esrâra
Sen vâkıf eyledin, Cânânım, bizi.

Aldın, kabûl ettin, bizi kendine,
Mâlik dahî ettin, bizi her dîne;
Hep kulların nazar ediyor bize,
İyilik, kötülük, kendikendine.

Kimi hayır görür, kimisi ayıp,
Kendi hallerini, çeşitli sayıp;
Âdem sıfâtından, giydirdin gömlek,
Onların gözünden, eyledin gaaip.

Yüzünü gösterdin, dönderdin hiçe,
Her taraf sen oldun, kalmadı geçe; (1)
Varlıktan yokluğa, dâvet eyledin,
Şükür, hicret ettik, biz kona göçe.

Mânevî yollardan, gönderdin haber,
Sevdiğin kullara, sen birer birer;
"Esmâ"yı unutup, "Müsemmâ" bilen,
Senden ayrılır mı? olur beraber.

Evvelden tek idin, "Âdem"de iken,
İblisle meleğe, sendin görüken; (2)
(İsmail Emre)nin, gönlüne girdin,
Kimseler göremez, kalbi körüken. (3)

Kendi hallerini, ederler isnad,
Başlarına kopmuş, suçlardan afat;
Beni herşeylere, kendin eyledin,
- Bakıp görüyorlar, neyleyim - mir'ât.

Zapteden : Neş'e Emre
Saat: 11.30


(1) Geçe = taraf.
(2) Görüken = görünen.
(3) Körüken = kör iken.

4.9.1953



Çok zâlimdir benim suçum,
Fırsat bulsa, eder hücum;
Yakalarsa, yetmez gücüm,
İmdâdeyle Hazreti Aşk!

Eğer etmez isen imdat,
Tutar da ettirir feryat,
Bu ağzımda hiç kalmaz tad...
İmdâdeyle Hazreti Aşk!

Yüzbin türlü bilir hîle,
Hücûm eder güle güle,
Sırdır, tutulur mu elle...
İmdâdeyle Hazreti Aşk!

Gelir de yüzer derimi,
O parçalar ciğerimi,
Hiç bırakmaz eserimi,
İmdâdeyle Hazreti Aşk!

Zerre yoktur merhameti,
Gözündedir ibreti,
Gayetle sever zilleti,
İmdâdeyle Hazreti Aşk!

Tuttuğunu eder zayıf,
Rezîl eder, alır hayıf,
Hiç görünmez: cismi lâtif,
İmdâdeyle Hazreti Aşk!

Bulduğunu eder esîr,
Her âlemde müteessir,
Çok kalblere eder te'sir,
İmdâdeyle Hazreti Aşk!

Nefse uyanla beraber,
Alır onu, eder siper,
Cadıdır, görünür dilber,
İmdâdeyle Hazreti Aşk!

Arslan sensin, senden titrer,
Kaçar da inine girer,
Korkusuzdur, ateş ister,
İmdâdeyle Hazreti Aşk!

Bu (Emre) yalvarır Sana,
Onu al, götür Rahmâna,
Mâni' olursun sen ona,
İmdâdeyle Hazreti Aşk!

Zapteden : Neş'e Emre
Saat:15.40




4.9.1953



Ayrı görünüyor, seyret, bir kafes,
Alıp da verilen: sâde bir nefes;
İnsanı hayvandan, farkettiren hâl:
Bilgilerden çıkan, elemli bir ses.

Bu mükevvenâtın başıdır (insan);
Hâlini bildirir, her çıkan lisan;
Kimisinden (celâl), tecellî eder,
Kimisinden (lûtuf), edilir ihsan.

Ağacı büyüten, dalı değil mi?
İçini gösteren, hâli değil mi?
Bu dünya, giderken; bir zerre vermez,
(Kalb-i selîm) denen, malı değil mi?

Güvendiğin rengin, birgün solacak,
Kudretin, kuvvetin, toprak olacak;
Su, yel, hava, ateş, bir avuç toprak,
Hepisi hakkını, geri alacak.

Uyan gözüm, uyan, ibretle seyret,
Kalbini temizle, yüzün açık git;
(Sahîyi severim), demiş Çağıran,
Seni aldatmasın, zehirli ziynet.

Ömrün bin yıl olsa, bir ân değil mi?
Sonucu, giderken üryan değil mi?
Hangisi incinmez, diken batarsa?
Acıyı anlıyan, bir can değil mi?

Anladıysan (Emre)! incitme gönül,
Sakın mağrûr olma, eyle tenezzül;
(Celâl) gözü ile, sana bakana,
(Cemâl)e bürün de, tebessüm et, gül.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat: 7.50




13.9.1953



İçim güler, dışım, kan ağlar benim,
Kendinden kendine, gam çağlar, benim;
Bütün vücûdumda, (Dost)un ateşi,
Gece, gündüz yanar, hem dağlar benim.

Bir ateşe düştün, yan deli gönlüm!
Öyle bir ateştir: kurtarmaz ölüm;
Bilenler biliyor, bilmiyen bilmez,
Ateşi verene, her hâlim mâlûm.

Her yanda bir türlü, anılır adım,
Halbuki hiç yoktur, başka murâdım;
Dünyâ, âhireti, farketmez oldum,
O Dost'un eline atalı adım.

(Öğreteyim, dedi, sana bir ilim):
Aklımı, fikrimi, o aldı teslim:
Açınca bir dalga, can yaprağından, (1)
Görünce, lâl oldu, söyliyen dilim.

Edemem çıkmaya, nidem, cesâret:
Her taraftan tuttu, beni bu âdet; (2)
Konuşamayınca, dünyâ sözünü,
Dostlar düşman oldu, eder hakaaret.

Sürmek istiyorlar, her yandan kara,
Hem dahî düşürmek, isterler dara;
Suçunu terkedip, (Dost)a dönende
Hiç korku kalır mı, dönmüş Gaffâr'a?

Bu (Emre) görüyor: onlar da kemâl;
Ne hâl bâkî kalmış, olmamış zevâl?
Avara etmiyor, yetmişbin perde,
Yandı; karşısında, duruyor (Cemâl).

Zapteden : Fuzûle Emre
Saat: 8.50


(1) Dalga : Kitap yaprağı.
(2) Halkın, mutasavvıfları taşlama âdeti.

13.9.1953



Gözlerim, gözlerim, açar gözünü,
Gözümün içinde, gizler yüzünü;
Benim kulaklarım, ezber etmiştir,
Her dâim dinliyor, Onun sözünü.

Bütün varlığımı, etti istîlâ,
Derd ile gamına, ben dala dala;
Bu benlik, kendine, geçti, yürüdü,
Cemâli düşürdü ateşli hâle.

Durmadan yakıyor, olamadım kül,
Benliğim mahvoldu, dirildi gönül;
Gözyaşım akarak, bütün cihâna,
- Kan ile karışık - her yan, oldu göl.

Rengi bilinmiyor, benziyor kana,
Canından geçenler, gelip yıkana;
Külümü havaya, kendi savurdu,
Zerreleri kondu, diri bir cana.

Düştüğü yer: oldu göz ile kulak,
Eğer zindan ise, gaayetle parlak; (1)
Söyliyen dilimi, O aldı teslim,
Her zerreden, dönüp, diyor: Enelhak!

Benim yüzlerimden, perde tutunmuş;
Ehli olmayana, duyulmuyor hoş;
(Emre) bu bedeni, terketti Ona,
Gönlümü kapınca, bıraktı bomboş.

Zapteden : İli Akgül
Saat: 21.30


(1) Zindan ise = zindan olsa bile.

11.10.1953



Nereye gidersem, berâber başım,
Benden ayrılmıyor, bu can yoldaşım;
Gönlüm meyhânedir, içerim bâde,
Kanımdan yapılmış, mezeyle aşım.

Doldurup içerim, yürek: kadehim,
Her dem eksilmiyor, of ile âhım;
Affoldu suçlarım, mahmûr olunca,
Kendisine geçti, bütün günâhım.

Berâber olunca, kalmadı sitem,
İster medhetsinler, isterlerse zem;
Uçmak kapıları, açıldı bana,
Gül bahçesi oldu, yedi cehennem.

Dört yanımda hûri, durmaz dolanır,
Âbıhayat ile, gülü sulanır;
Gözümün önünde, kalmadı bulut:
(Nurdan olan Rahmet), nasıl bulanır...

Ayrı zannederdim, gözümde ışık,
Damarımda gezen, kana karışık;
İrâde bitince, söylüyor (Emre),
Duyanlar taşlasın; çünkü alışık.

Zapteden : Fuzûle Emre
Saat:9.15




26.10.1953



Bâzâr-ı âlemdir: sanki bir mahşer...
İçinde dolanır, her gelen beşer;
Herkes sevdiğine, müşteri olmuş,
Kimi ihsân alır, kimisi de şer.

Tükenip bitmiyor, durmadan artar,
Gönüllerde vardır, terâzi, kantar;
Adedi bellisiz, üstünde mîzan,
Sâhip olan birdir, durmadan tartar.

Defteri, Mîzânı: gönlü, alanın,
(Kalem)i: gözüdür, me'mûr olanın;
Bu ne sırdır Yârab: beraber uğru; (1)
Yine sâhibidir, kefen çalanın.

Bir yandan suçluyu, tutar da döğer,
Hemi cezâ verir, hem dahî öğer,
İşine karışan, pişmân oluyor,
Bir dâhi göremenğ, bed! dersen eğer.

Onun için, (Emre), hep görür kemâl,
Nesine gerektir, haramla helâl...
(Gönlü) tahlîl etti, kendine verdi,
Bundan sonra sükût... hem de oldu lâl.

Zapteden : Fuzûle Emre
Saat:10.10


(1) Uğru = hırsız.

2.11.1953



Neden ağlar ah bu gönül?
Eğer gülse, açılır gül;
Kapıları harap gibi:
Edilmesi, zor, tenezzül.

İçindedir "hûri cinân",
Onu ister bütün cihan;
Zannederler: âhirette;
Bulmak için, lâzım: (İrfan).

Dilde dönen âhirette;
İçine girecek "göğde";
Bu dünyâda bulmıyanlar.
Boşboşuna düşer derde.

Burda yıkılsa duvarı,
Üryân eder, görür (Yâr)ı;
Canı - cana karıştırsa
Zerre kalmaz âhuzârı.

.....................................
.....................................
.....................................
.....................................

Zapteden : Neş'e Emre


Not: Bu doğuş da, yarım kalmıştır.




3.11.1953



(Bilen), hiç durmadan, eder imtihan,
Nazarından kaçmaz, hem iki cihan;
Mâden, nebat, hayat, onunla muhît,
Dolanır da gelir, merkezi: (İnsan).

Işığı âdemdir, her varlık fener,
Zıyâsı sâbittir; seyreden döner;
Pervâneden öğren, onun aşkını,
Seyrini anlamak, nekadar hüner...

Görünce, canını, eylemiş fedâ,
Ölür, ona bakıp, edince edâ;
Zannederiz: yanıp, hayatsız kalır,
Canından geçene, karışır Hudâ.

Tokanıp da yanmak, gider mi boşa? (1)
Sırrı, bilinmeden, gelir mi hoşa?
Bu muvakkat hayat, değil mi fânî?
Gönül! sen terkeyle, ebedî yaşa.

Ömrün yüzbin olsa, değil mi fânî?
Çok isim işittik; vücûdu hani?
Bâzıları diri; cevlân ediyor,
Onları görmeğe, bu benlik mâni' .

Kimi hayat bulmuş, kimisi helâk,
Onlar ile dolu, yer ile eflâk;
Çoğu haşrolmuştur, kirler içinde,
Tefekkür edenler, yaşıyorlar pâk.

Akıllar ermiyor, (Emre)! bu sırra,
Mümeyyiz önüdür, seyreyle, bura;
Her gelen, kapıdan, girip çıkıyor,
Sana da gelecek, mutlakaa sıra.

Canı kurtarmağa, lâzımdır (irfan);
Yedi başlı devdir, bu fânî cihan;
Merhameti yoktur, tutar, kemirir,
Elinden kurtulan, yüzbinde bir can.

Zapteden : Vasfiye Değirmenci
Saat: 9.50


(1) Tokanmak = Dokunmak.

6.11.1953

9 Ağustos 2017 Çarşamba

Hz.İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI
Kitap: 2          SAYI:   111 - 120

Bu dünyaya eyle, ey canım, nazar:
Hayat ile dolu; sonu da mezar;
Herkes bir hevese, düşmüş, geziyor,
Gözünü açanlar, eder intizar. (1)

Diri hangisidir, ölü hangisi?
Diken hangisidir, gülü hangisi?
Damlası, çeşitli elvan gösterir,
Katra hangisidir, gölü hangisi?

Deryadan ayrılıp, durmaz gezerler,
Toprağa karışıp, hayat özerler; (2)
Denizler, durmadan, dalgalanıyor
Kendi içlerinde, daim yüzerler.

Bu hâl gözönünde; gine bilinmez,
Ferhad dağı gibi, zordur, delinmez;
Bakan, gören kendi; gayrisi yoktur,
İdrâk eylemeden, gamdır, gülünmez.

Bütün milletleri, etmiş istilâ,
Kendinden kendine, diyor: esselâ!
Diyenden, duyandan, ayrı değildir,
Sonu ile önü, böyledir hâlâ.

Hepisi bir vücut; değildir ayrı,
Toprağa bakılsa: var mıdır gayrı?
Önü ile ardı, yokluk değil mi?
Cümlesini muhît, değil mi Tanrı?

Dillerden söyliyen, gözlerden gören,
Bu kitabı açıp, bir dahi düren,
Söyliyen kendidir, dinliyen kendi,
İşiten kulağa, durmaz der: öğren!

(Kitâb-ı kâinat): âşık sıfâtı,
Severek okuyan, bilmez vefâtı;
(Emre) okuyunca, tebdîl eyledi
Aşka, muhabbete; bilmez afatı.

Zapteden : Fuzûle Emre
Saat: 9.30 


(1) Hakikatı anlıyan, ölümden korkmaz, onu bekler. (Sâdıksanız, ölümü temennî ediniz - Bakara, 94) .
(2) Özemek = Su ile toprağı birbirine karıştırıp çamur hâline getirmek. 

18.12.1952



Ninni deyim de, sen, bebeğim, uyu! (1)
Rahat eyliyenin, halîmdir huyu;
(Asıl azmaz, bal da, kokmaz) diyorlar:
Tohum tâkîbeder, anadan soyu.

Toprak üzerinde, biter her çiçek,
Mutlaka istiyor, bir elden emek;
Tabîat kanûnu, dâimî böyle;
Kullarına emir, eylemiş Felek.

Kimi açık biter, kimi de koyu,
Hizmet eden, verir, köküne suyu;
Bir zaman saksıda, saklanır tohum,
Ben ninni deyim de, dinle de uyu!

Uyanmadan evvel, bir göz açılmaz,
İçinden çıkılmaz, görüp kaçılmaz;
Güneş etrafında, döner bu Küre,
Devretmeden evvel, nûru saçılmaz.

Uyu, uyan, gülsün, senin yüzlerin,
Görenlere gıdâ, versin gözlerin,
İki kelimeden, başka konuşmaz,
Zaman gelir, neş'e, saçar sözlerin.

Senin bakışında, esrâr gizlidir,
Bilip anlaşılmaz, her var gizlidir,
Fettâne güzlerin, şimdi uyusun,
Muhabbet güneşi, doğar, gizlidir.

Dilinde saklanır, inci ve mercan,
Senden yürümüştür, bu âleme can;
(Emre) durmaz döker, anlatmak için,
Hayat çeşmesinden, akıtır lisan.

Zapteden : Fuzûle Emre
Saat:10 


(1) Bu doğuş, Emre, torunu Taptık Temel'e ninni söylerken doğmuştur. 

19.12.1952



Hayat bir aynadır: gülersen, güler,
Seyret, nasıl açmış, sallanır güller...
Ateşten geçerse, sükût ediyor,
Misâl: mangaldaki, uyuyan küller.

İkisi de ferah; bunlar gam tutmaz.
Gamı unutmuşlar, zevki unutmaz;
Genç iken sevdâya, tutulmuş gönlüm,
Bu aşkın ateşi, yakar, uyutmaz.

O Yâr gelir ise, gözgöze karşı,
Tekrar tâzeliyor, gelip ataşı;
Dünya bilginleri, nasîhat etse,
Neyleyim, çekemem o aşktan başı.

Tavsiye ederler: îmânı, dîni,
Durmadan yakıyor, kaşları beni;
Farz ve sünnet ile, kim tehdîd eder
(Kara kamyon) ile Dosta gideni?

Bildirmek isterim, kimse anlamaz:
(Elfakru...) diyene, farz mıdır Hicaz?
Secdesiz, rükûsuz, târîf edilmiş,
Dâim kılıyorlar, (Mevtâ)ya namaz.

Canı olmıyanlar, bilir mi Sünnet?
Hiç inkâr edilmez, doludur hikmet;
Sultan kapısında, çalışanlara
Görünmez, bilinmez, verilir ücret.

Seni aldatmasın, (Emre)! bir hayâl:
İstîlâ eyledi, gördüğün Cemâl;
Seyrederek çektin, birçok emekler,
Doya doya seyret, olmuştur helâl.

Zapteden : Fuzûle Emre
Saat: 12.15 




19.12.1952



Birgün açılacak, bülbül kafesi,
Dostun bahçesinde, alır nefesi;
Varlık kulağıyla, duyan bulunmaz,
Gönül bahçesinde ötecek sesi.

Feryadı, figanı; o güller için,
Bahçe hazır olmuş, bülbüller için;
Muhabbet ateşi, yanar, birikir,
Gönül ocakları, o küller için.

Kapısı açılır, yerine kaçar,
Orada öter de, neş'eler saçar;
Elinde değildir, hapis olduğu,
İçinde duruyor, neylesin, nâçâr...

Sıkıntı çektiği: dilin cezâsı;
Hapis edilmiştir; değildir âsî;
Durmaz bu (Emre)den feryâd ediyor,
Kendisini yakan: Dilber hevesi.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat: 18.10 




19.12.1952




Kara kaşlarındır, belimi büken,
Gözümün yaşını, yerlere döken;
Yüzünde nişânı, (Dost)u görenin,
Hayrân olup senin, derdini çeken,

Yüzüne baktıkça, olurum mahmur,
Ayrılsam, gözlerin, kalbimde durur;
Acep güneş midir, acep ay mıdır:
Gönlüm kararırsa, ışığı vurur.

Senin gülüşlerin, hayâtım benim,
Uzaklaşsan, kalmaz, rahatım benim;
Resmin gözlerime, çekilmiş durur,
Her yerde görürüm: sıfâtım benim.

Aklımdan çıkarsan, lâl olur dilim,
Gözümden çıkarsan, kuvvetim kalmaz,
Dünya altun olsa, tutar mı elim...

(Emre)yi sırrına, eyledin vâkıf,
Dilini emrine, edince vakıf;
Gözünü yüzünden, ayıramıyor,
Eğer ayırırsan, olmaz mı hayıf?..

Zapteden: Vasfiye Değirmenci
Saat: 10.15 




21.12.1952



Sevdiğim! Senindir, şekil ve şimâl, (1)
Kimi (Celâl) görür, kimi de (Cemâl),
Senin hikmetinden, olunmaz suâl,
Esrar kapıları, açılmayınca.

Kimi çirkin görür, kimi de güzel,
Aşkına düşenler, can verir, bedel;
Yüzüyün perdesi: arzû ve emel, (2)
Esrar kapıları, açılmayınca.

Bir aynasın, görür, içine düşen,
Sana vâkıf olur, aşkınla pişen,
Birdahi ayrılmaz, değip bitişen,
Esrar kapıları, açılmayınca.

Ne kadar sır vardır, verdiğin gözde,
(İsm-i Âzam) gizli, dinlenen sözde,
Yüzüyün perdesi, visâldir közde, (3)
Esrar kapıları, açılmayınca.

Seni seyredene, dâim ayânsın,
Seni dinleyenle, hem de duyansın,
Gaflette olanı, istenğ: uyansın, (4)
Esrar kapıları, açılmayınca.

Acep bozulur mu, esrârın senin?
Kimlere bilinir, her vârın senin?
Sana karşı durur, Dildârın senin,
Esrar kapıları, açılmayınca.

Târif eyliyemez, hesapla kitap,
Yanmadan açılmaz, yüzünden nikap, (5)
(Emre)! bütün sözden, var da hisse kap,
Esrar kapıları, açılmayınca.

Zapteden : Vasfiye Değirmenci
Adana - Mersin treninde Saat: 11.30 'da doğmuştur. 


(1) Şekil ve şemâil.
(2) Senin yüzünün perdesi.
(3) Senin yüzünün.
(4) İstenğ = istersin.
(5) Senin yüzünden. 

22.12.1952



Yârab, bu kulların, bilmiyor, nâçâr...
Hangi anahtarın, kilidi açar?
(Cemâl)in zıyâsı, sarmış dünyayı,
Gaflet uykusundan, geriye kaçar.

Kimsenin suçu yok, Sensin sebebi;
Böyle bir ilmin var: yoktur mektebi;
Yazısı, satırı, kalbde, diyorsun,
Her gözden gizlersin, o mürekkebi.

Fitnelik eyleme: onlara bildir!
Sırrı söyliyenin, kalemi: dildir;
Sonra (Emre) bozar, bütün sırrını... (1)
Hasret eylediğin, ayrı değildir.

Zapteden : Vasfiye Değirmenci
Mersin - Adana treninde Saat: 11.40 'da doğmuştur. 


(1) Senin sırrını. 

22.12.1952



Yaz gelir, açılır, yayla sümbülü,
Şehir bahçesinin, çeşitli gülü;
Garîbin yatağı, yeri olur mu...
Diyar diyar gezer, her dâim gönlü.

Tâmîr edilmiyen, vîrâna benzer,
Ateşi sönmiyen, külhana benzer;
Defîne arayan, ordan arasın,
Cevherden birikmiş, harmana benzer.

Yedi yılda çıkar, bir, iniltisi,
Bilene duyulur, her dâim sesi;
Kendine güvenen mağlûbolmuştur,
Gurûra sarfolmuş, onların hissi.

Harâbolmak, olmuş, âşıka nişan,
Onlar anlamazlar, şöhret ile şan;
Her kuvvet onlarda, hazîne olmuş,
Görüp anlamıyan, sanır perîşan.

İlimle tevâzu' , onların süsü,
Yokluktan yapılmış, onun kürsüsü;
Bilmiyenler: küfür, isyan zanneder,
Dâim (Celâl) olmuş, (Cemâl) örtüsü.

(Emre) tutup açtı, kalmadı kâfir,
Üstünde duranı, eyledi (Zâhir);
Gözleri açıklar, bakıp görüyor,
Ondan başka yoktur, (Evvel) ve (Âhir).

Zapteden: Vasfiye Değirmenci
Saat: 13 




22.12.1952



Gönlümü eyledim, dertlere dükkân,
Gelen, gitmez oldu, yok mudur alan?
Nice saltanatlar, kurulmuş, geçmiş...
Şimdi baykuşların, eyledi mekân.

Teker teker durur, her dâim öter,
Eğer bülbül ötse, onlar der: yeter!
Tükenmedik ateş, koydun kalbime,
Durmadan yanarım, dumanı tüter.

İçi harâboldu, kaldı duvarı,
Ayakta durmaya, yok iktidârı;
Bülbüller yerine, viran kuşları,
Karşı karşı durup, ederler zârı.

Seni arayana, hedef miyim ben?
Başımdan ayağa, esef miyim ben?
Fakirler mi gelsin, acep beyler mi?
Geçmez akça mıyım, necef miyim ben?

Tercîh eyleyip de, sevince seni,
Tecrübe tahtası, eyledin beni;
Âleme giydirdin, sen beyaz bezden,
Kanlara boyayıp, verdin kefeni.

Gözlerim suyundan, durmaz yıkarım,
Ağardı mı diye, dâim bakarım;
Ne eskir ve ne de, rengini atar,
Gece, gündüz ateş olur, yakarım.

Acep kimden kaldı, bu bana mîras?
Eskimez, sağlamdır, cinsi gayet has;
Bilirim: kanûnun, kendine benzer,
Etmezsin kimseye, canım, iltimas.

(Emre) anlamıştır: yolun: buradan,
Bu geçidin suyu, dâim akar kan;
Şikâyet değildir, târif ediyor,
Soyunup girenler, alıyor ihsân.

Zapteden : Vasfiye Değirmenci
Saat: 8.10 




23.12.19



Deniz dalgasına, döndü bu gönlüm:
Bir dirilik gelir, arkadan ölüm;
Bâzı, diken olur, bâzı da gülüm,
Birbirini tutmaz, neyleyim, hâlim...

Bâzı, ceryân olur, zehirler çeker,
Bâzı zehir alır, eder has şeker;
Bir ânı bir âna, uymaz, devreder,
Birbirini tutmaz, neyleyim, hâlim...

Bâzı, yeryüzüne, döker gözyaşı,
Her dert çekenlerin, olur yoldaşı;
Bâzı, seyrân eder, Kürsüyle Arşı...
Birbirini tutmaz, neyleyim, hâlim...

Bir dem gelir, olur, zerreden zelîl,
Hareket edene, arkadan, delîl...
Yaradılmışlardan, gayrisi değil...
Birbirini tutmaz, neyleyim, hâlim...

Bir dem, gözönüne, çıkar, görünür,
Âdem derisine, girer, bürünür,
Hay gömleği giyer, yerde sürünür,
Birbirini tutmaz, neyleyim, hâlim...

Birdem gelir, dönmez olur lisânım,
Balık gibi dilsiz olur, hayvanım;
Böyle devrettirdi, benim Rahmânım:
Birbirini tutmaz, neyleyim, hâlim...

Bir mekânım yoktur, her mekân benim,
Darda kalanlara, o imkân, benim;
Ebedî bozulmaz, bir erkân, benim;
Birbirini tutmaz, neyleyim, hâlim...

Bir damlayım, Deryâ, bitişik bana,
Akan ırmak olur, dolarım ona,
(Emre)nin devrânı, gelir mi sona...
Birbirini tutmaz, neyleyim, hâlim...

Zapteden: Vasfiye Değirmenci
Saat : 10 




23.12.1952

İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI Kitap: 2         SAYI:   551 -  560 Bu evin bitmez işi, Çalışsa da çok kişi; Dünyâları arasan, Bulunmaz ...