27 Kasım 2017 Pazartesi

İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI
Kitap: 2              SAYI: 481 -  490

Gaaibettim, bende beni, dünyâ nedir, ukbâ nedir?
Bilmez oldum, hûri, gılman, Cennet nedir, Tûbâ nedir?
Ben karıştım bir yokluğa, gözüm görmez bir varlığı,
................................................saki nedir, hebâ nedir?

Bir ölümsüz ölüm buldum, bu can nedir, hayat nedir?
Sâhib olan, ben değilim, takdîr olan, kıymat nedir?
.....................................................................................
.....................................................................................

Zapteden: Rûşen Mirici
Saat:? 




8.3.1956




Her gelip geçenin yolu musun sen?
Nice hülya ile, dolu musun sen?
Küt gibi, bu nefse, olmuşsun tâbi' , (1)
Onun sultânısın, kulu musun sen?

Karşısında durup eğersin, boyun,
Sen bir arslan iken, eylemiş koyun:
Esir gömleğini, sana giydirmiş,
Kudretin var iken, uyan da soyun.

Nedâmet derdine, oldun giriftar,
Tabîbini bul da, sen seni kurtar;
Giydirdiği gömlek, ateşten kumaş,
Şimdi geniş gibi, nihâyeti dar.

Hiç haberin yoktur, yakıp da dağlar,
Hareket eyleyen kolunu bağlar;
İftihâr eyleyip, giyip kuşanan,
Onunla haşrolmuş, durmadan ağlar.

Şimdi güler ama, sonucu: hiddet;
Anla: sevdiğine, o eyler hasret;
Seni halkeyleyen Gaffârüzzünup,
Karşıda duruyor, var, iste medet.

Kalbinden görenden, O ayrı değil,
Gözlerini aç, bak, hiç durma gaafil;
Uyandırmak için, kulaklarına,
Eğer işitirsen, durmaz, döker dil.

Bilmek isteyene, vermiştir ilim,
Bir ismi (Semî')dir, bir ismi (Alîm);
Gönlünü, gözünü, O, var eyledi,
Yine tekrar Ona, al, eyle teslim.

Ondan başka varlık, hep sana düşman,
Seni yemek için bekliyor her ân;
Sevip karışmazsan, iyi bil (Emre)!
Birgün gelir, sen de olursun pişman.

Zapteden: Rûşen Mirici, Salih İnan.
Saat:20.35 


(1) Birinci dörtlüğün üçüncü mısraı doğduktan sonra, çocuklar gürültü ettikleri için Emre kendine geliyor; dördüncü mısra, on dakîka sonra doğuyor. 

16.3.1956




Tefekkür deryâsı, ne kadar büyük...
İçine dolanlar, o kadar küçük;
Orda mahvolmazsa, gücü mü yeter...
Damla götüremez, deniz, olur yük.

İbret ile baksan, sonu yok; umman...
Durmaz çalkalanır, dalgası, her ân,
Akıl dediğimiz, aciz zerresi;
Neden mahkûm olur, acebâ insan?

Feleklere baksan, yoktur nihâyet,
İdrâk edilir mi, büyük azamet...
İrfanla bakılsa, kudret görülür,
Acep neye benzer, küçücük ceset?

Bunca gelip geçen, nerede, hani?
Önüyle arkası bilinmez, fânî;
Eğer kendisine âşık olursan,
Bildirir sırları; gaayetle Ganî.

Sakın benim! deme; kendisi, bilen,
Yokluğa karışır, gidip de gelen;
Gelirken ağlıyor, giderken ağlar,
Bu gaddar dünyâda, var mıdır gülen?

Bir yanı haraptır, bir yanı îmâr,
Böyle eylemiştir, Yaradan, karâr;
Serâba benziyor, göze görünen,
Sırrını bilmeyen, bundan su arar.

Birçok doğmuş, batmış, nice bin ilim...
Büyüdükçe, koymaz, insanı sâlim;
Çeşitli afatlar, ondan doğuyor,
İçinde boğulur, çıkaran âlim.

Durmadan, oluyor, herşeyler tebdil,
Vârolup, oluyor, arkadan zâil;
(Emre), onun için, kendini gördü:
Bilenler içinde, kendisi câhil.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat: 18.48 - 19.08 




8.3.1956




Sen beni yarattın, tek bir damladan.
Gıdâ ihsân ettin, orada, kandan;
Gözümü açtım ki her yanım zindan,
Dünyâya getirdin, eyledin ihsan.

Doğdum Âdem gibi, ben sâf olarak,
Her şeyi görürdüm, seninle berrak;
Bilince, ayrıldım gizli sırrından,
Hâli ile oldum, nâra müstahak.

İçimden söyledin: (Sözümü işit!),
Sana yollanmağa, gönderdin mürşit;
Nice arzu, emel, kesti yolumu,
Tılısımları var, çok çeşit çeşit.

Merhameti yoktur, bunlar çok zâlim,
Acep nice olur, bu benim hâlim?
Âdem ile Havvâ, söylenir rumuz,
Onlara mı benzer, acep misâlim?

Bildim: rûhum Îsâ, Meryem: bu beden;
Anlayınca doğdum, bu âleme ben;
Benim ile birdir, değil semâda,
Şükür, ihsân ettin, bilenlere sen.

Mânevî Ahmeddir, anladık, rehber,
O da senin ile, dâim, berâber;
Her varlığı muhit senin Zâtındır,
Her neyi seversen, verirsin haber.

Bana................................................

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:11.30

Not: Bu doğuş yarım kalmıştır. 




12.3.1956




Kolay halledilmez, nice mesele...
Her arzu edilen, geçer mi ele?
Âşikâr olursa, kopar velvele,
(Küllü hâlin yezûl); geçer dediler.

Tanrının bir adı: (Settârül'uyûb),
Âdeti: kimseyi, eylemez mahcup;
Yeter ki, nefsine sen olma mağlûp,
(Külü hâlin yezûl); geçer dediler.

Güneşi kapıyor bâzı, bir bulut,
Benliğin, ardında, duruyor mâbut;
Yeter ki, sen seni, gel çabuk unut,
(Küllü hâlin yezûl); geçer dediler.

Karanlık dururken, olur mu ışık?
Tanrısını sever, her dâim âşık;
Dâimâ mağlûptur, nefis, alışık;
(Küllü hâlin yezûl); geçer dediler.

Gönül! gözünü aç, dostunu tanı,
Kendine tabi' et, zâlim Şeytanı;
Ecelin gelirse, geçer zamânı;
(Küllü hâlin yezûl); geçer dediler.

(Emre)! sen kurtul da aslına kavuş,
Sen devre anlama, değilsin bir kuş; (1)
Yüzünü seyreyle, çabuk, ol sarhoş;
(Küllü hâlin yezûl); geçer dediler.

Zapteden:Fuzûle Emre
Saat: 13.20 


(1) Devre = Yanlış. 

15.3.1956




Yine akşam oldu, bu güneş batar,
Derdim tâzelendi, durmadan artar;
Bu uykusuz gözüm, bekler şafağı,
Bütün âlem zevkte; uzanır, yatar.

Uyku tutmaz oldu, iki gözlerim,
Sağa sola bakar, Yâri gözlerim;
Kendi lisânımı, dilim unuttu.
Kuşlar dili oldu, öter sözlerim.

Âğâh olmayanlar, duyar, anlamaz,
Kalbimin içinden çıkarken, avaz;
Mekânını kurdu, benim gönlüme,
Vâdetti Sevgilim, bir ân ayrılmaz.

Durmadan sığıyor, içimi, eli, (1)
Dilime karıştı, kendinin dili;
Aklıma fikrime, gelmedik bir hâl,
Görüp de sevince, etti tecellî.

Târîfi, sorsalar, değildir mümkün,
Meğer ki vermeli, kendisi izin;
Bütün damarıma, yaktığı ateş,
Durmaz şiddetlenir, bulmadı temkîn.

Maksadım yanmaktır, değildir cennet;
Neyleyim ki tuttu, beni bu illet;
Çâresi olsa da, açıp göstersem,
Taaccüp eyleyip, ederler hayret.

Gelip, irâdemi O aldı teslim,
Tutuldum, yanarım olamam sâlim;
Kara topraklara, O karıştırdı,
Ben, (Yok) ile yoğum, (Emre) değilim

Zapteden: Rûşen Mirici.
Saat:17.30 


(1) Onun eli, durmadan içimi sığamaktadır. 

15.3.1956




Dayanılmaz bir ateştir, bu hasret...
Geldi, oldu, garib başa, bak, kısmet;
Zâlim felek, bana verdi her derdi,
Akıl ermez esrârına; ne hayret...

Ân sürmeden, değişiyor tecellî;
Gam eline atmak mıdır emeli?
Tâ ezelden kabûl ettim, dönemem,
Ben ölmeden, seve seve, eceli.

Her taraftan, hücûm eder dertle gam,
Alışkındır, karşılıyor her âzâm;
Bütün âlem, devâ ister derdine,
....................................................

Zapteden: Neş'e Emre
Saat:21.00

Not: Bu doğuş yarım kalmıştır. 




20.3.1956




Gülüşü zehirli, yalan dünyâsın!
Canlar parçalayan, kaplan dünyâsın!
Gül bahçesi gibi, bâzı açılınğ, (1)
Sonbaharlar gibi, solan dünyâsın!

Elin, ayağın yok, yerde sürününğ (2),
Zâlim canavarsın, tatlı görününğ (3),
Târih kitabında, söylenir ünün:
Doğurup da yutan, yılan dünyâsın.

Güzel görünürsün, insan gözüne,
Emânet gülersin, onun yüzüne, (4)
Ateş doldurursun, dönüp, özüne,
Öylece canları alan dünyâsın.

Her gelenler, sana konup göçerler,
Zehirli şerbetten, alıp içerler,
Esrarlı yüzüne, bakıp geçerler,
Yine sen ebedî kalan dünyâsın.

Bilmiyenler, senden, sadâkat arar,
Biribirisinden, bilgiyi sorar,
Senin hiçbir hâlin, tutar mı karar...
Boşalıp da tekrar dolan dünyâsın.

Îmâr ederler ya, sonucun harap...
Dostu göstermeğe, olursun hicap,
Acı gürültünden, duyulmaz hitap;
Gaafile, emrini, kılan dünyâsın.

Bilmiyenler, senden, umarlar imdat,
Aceb kimler, senden, bulmuştur hayat?
Âhir nefes, ona, verirsin feryat;
Her göze gizlenen, Şeytan dünyâsın.

Sana aldanıyor ilim sâhibi,
Derindir, görünmez, bilgiyin dibi; (5)
Sana güvenirler, hiç ölmez gibi;
Ahbap görünürsün, düşman dünyâsın.

Senden çıkmak için, nerededir yol?
(Emre)! aşka yapış, yürü sen, kurtul;
Nene lâzım dünyâ... Hakka ol makbûl;
Boyun eğenlere, sultan dünyâsın.

Mevlâya, ârifler, ibretle bakar,
Sağ iken, hayâtı bırakır, çıkar,
(Hayat Deryâsı)na, su olur, akar;
İçinde durulmaz, zindan dünyâsın.

Zapteden: Neş'e Emre
Saat:9.10 


(1) Açılınğ = Açılırsın.
(2) Sürününğ = Sürünürsün.
(3) Görününğ = Görünürsün.
(4) Emanet = Muvakkat.
(5) Senin bilginin dibi. 

25.3.1956




Bâzı, bir dem gelir, kalırım nâçâr;
Arkasından, gelir, yüzünü açar;
Yanar yüreklerim: sürünür, kaçar;
Bir kararda kalmaz, her yaratılan.

Benim iki gözüm, Ona yol olur,
Sultân olan gönlüm, döner, kul olur,
Ayaklar altına düşer, pul olur;
Bir kararda kalmaz, her yaratılan.

Bir dem olur, gezer, bütün eflâki,
Bildik, herşeylerin, kendi, Mâliki,
Döner, kabûl eder, taş ile hâki;
Bir kararda kalmaz, her yaratılan.

Cevlân eder, döner, bütün semâyı,
Elinde oynatır, güneşle ay'ı,
Kalbine doldurur, Güzel Mevlâyı;
Bir kararda kalmaz, her yaratılan.

Bir dem gelir, olur, Şeytanla Şeytan,
Bir dem gelir, olur, Rahmanla Rahman,
Bir dem gelir, olur, hayvanla hayvan,
Bir kararda kalmaz, her yaratılan.

Bir dem gelir, olur, her şeye hâkim,
Bir dem gelir, olur, ilimle ilim;
Söyleyip, söyleten, bilen bilir, kim?
Bir kararda kalmaz, her yaratılan.

Bir dem gelir, olur, âlimle âlim,
Söyliyemez olur, birtek, bir kelim,
Bâzı âdil olur, bâzı da zâlim;
Bir kararda kalmaz, her yaratılan.

Bir de bak ki olmuş, zelilden zelîl,
Bir şeyler göremez, olur bir alîl,
Mevlâya gidene, bak ki bir Delîl;
Bir kararda kalmaz, her yaratılan.

Hasretini çeker, döner, kan ağlar,
Onunla berâber, taşlarla dağlar,
Akar yüreğinin kanları, çağlar,
Bir kararda kalmaz, her yaratılan.

Onun için, (Emre), ardına düşer:
Çünkü kendi zelîl, hem dahî beşer,
Ondan ayrılamaz, olursa mahşer;
Bir kararda kalmaz, her yaratılan.

Hayâtı kalır mı, Ondan ayrılsa...
Onunla berâber, Îsayla Mûsâ;
Ahmedin elinde, kendi bir (Asâ);
Bir kararda kalmaz, her yaratılan.

Zapteden: Neş'e Emre
Saat:11.30 




25.3.195




Mevlâm! beni ettin, aşka giriftar,
Dünyâyı, hayâtı, bu başıma dar;
Gözlerimle gönlüm, tutuldu sana,
Ateşte yanarken, yüzünü arar.

Arzûsu: değildir, cennetle (Tûbâ),
İsterse, emeği, hep olsun hebâ;
Âşikâr olmuştur, (Mescid-i Harâm),
Ne eylerse, Mâlik; göründü (Kubâ).

Sana âşık olan, neyler hayâtı...
Sözünü işiten, bilir memâtı;
Her yeri muhitsin; vatanın: (Gönül),
Sırrını anlayan, bilir vuslatı.

Seni arayandan, ayrı değilsin,
Gözünden bakandan, gayri değilsin;
Can kendinin olsa, edecek fedâ,
Bilmiyen câ......hayrı değilsin.

İdrâk olmayandan, sorulmaz suâl,
Bitişik olana, ayrılık visâl;
Benzerinle mislin, görünmez göze,
Nerede bulunur, böyle bir misâl?

Mutlak, etmek lâzım, hâli tecellî;
Tecellî edenin, döner mi dili?
Yârab! ne eyledin, - aklına doldun -
Sana rastgelince, bu (İsmâil)i...

Düşüncesi, fikri, aklı mat oldu,
Belleri büküldü, iki kat oldu;
Unuttu canını, seni düşünür,
Candan geçti ise, her hayât oldu.

Onun için, oldu, seninle diri,
Unuttu, düşünmez, bütün tedbîri.
(Emre)nin varlığı, seninle birdir.
İsim verdikleri, etinen deri. (1)

Zapteden: Neş'e Emre
Saat:12.00 


(1) Etinen = Et ile. 

25.3.1956

10 Kasım 2017 Cuma

İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI
Kitap: 2           SAYI:  461 -  470

Genç iken almıştım, (Yâr)dan yarayı,
İyi olmak bilmez, sevdi Mevlâyı;
Güneşi gözüme, o yerleştirdi,
Doğsa, kimse görmez, semâda Ay'ı.

Eğer güneş doğsa, görünmez yıldız,
Bu hâlin yanında, âlimler âciz;
Işıkların şâhı, ateş değil mi?
Aşk dahî böyledir, kalır yalınız.

Kelâma, hurûfa, yok ihtiyâcı,
Ondan gıdâ alır, ilim ağacı;
Yaktığı yaraya, tabip bulunmaz,
Tekrar yakmak olur, yine ilâcı.

Onun için döner, âşıklar, yönü,
Hesâb edemezler, ay ile günü;
Bu (Emre)nin kalbi, ordan tutuştu,
Yaralıdır, çıkar, her dâim ünü.

Zapteden: Fevziye Kutlular.
Saat:11.00 




22.11.1955



Ebedî vatandır, kandan temeli,
İçinde yaşatmak, dâim emeli;
Kendini seveni, tutuyor eli;
Öyle bir Belde'dir, târîf edilmez.

İçine girenin, kalmaz kederi,
Onu siper eden, etinen deri;
Nûru İlâhîden, onun Dilberi;
Öyle bir Belde'dir, târîf edilmez.

Her dilden konuşur, bahçesi, bağı,
Lezzete garkeder, dâim dimağı;
Terennüm ediyor, yeşil yaprağı;
Öyle bir Belde'dir, târîf edilmez.

Yanına yaklaşsan, alır, götürür,
Gözleri açılır, girerse, mâzur;
Bütün âzâları, göz olur, görür;
Öyle bir Belde'dir târîf edilmez.

Her yerde âşikâr, gaayetle gizli,
Zerrelerden söyler, durmadan, dili;
Yıkılıp yok olmaz, durur ezelî,
Öyle bir Belde'dir, târîf edilmez.

Meyhânesi vardır, gözdür kadehi,
İçenin tükenir, bütün günâhı;
Ne doğup da batar, güneşi, mâhı;
Öyle bir Belde'dir, târîf edilmez.

Oradan çıkıyor, bütün ilimler,
Gaayetle sahîdir, bildirmek diler;
Gözünün bakışı, kalbleri deler;
Öyle bir Belde'dir, târîf edilmez.

Bu garip (Emre)nin, secdesi, Ona,
Gece gündüz eder, hep yana yana;
Kül olup karıştı, ölmedik cana;
Öyle bir Belde'dir, târîf edilmez.

Zapteden: Rûşen Mirici.
Saat:12.30 




28.11.1955



Gözlerime dolmuş, mânâlı şûle,
Aşk taksîm ediyor, öten bülbüle;
Hâcet kalmamıştır, nebattan olan
Rengârenk açılan, çeşitli güle.

Seni seyreylemek, gözünen olmaz,
Dönüp, metheylemek, sözünen olmaz;
Mekân kurduğun yer, Arşa benziyor,
Dağlar aşmak lâzım, düzünen olmaz. (1)

Sarayın bilinmez, her mekân senin,
Sırrın anlaşılmaz, her erkân senin;
Kolay kolay olmaz, sana yaklaşmak,
Dilenmek lâzımdır, bu imkân senin.

Birdenbire gören, ediyor hayret,
Dâim gizlenirsin, sen dersin: seyret!
Kulundan Hâliki, hoşlanmayınca,
Ne fâide eder, edilse gayret...

Böyle edilmiştir, ezelden karâr,
Çok "hâl" lâzım iken, ilimle arar;
Kendini beğenmiş, yaratılan kul;
Öldürmek lâzımdır, nefsinden sorar.

Kendi, ister ise; dil verir taşa,
Devletini verir, bilmiyen başa;
(Emre) hakîkatı, dâim söylerse,
Çokça ağır gelir; gider mi hoşa...

Zapteden: Fuzûle Emre.
Saat:19.35 


(1) Göz ile, söz ile, düz ile. 

30.11.1955



Yolumuz yaklaştı, ey Konya! sana,
Sende medfûn olmuş, güzel Mevlânâ;
Sırlar zuhûr etti, aşka uyunca,
Bizi yetiştirdi, şükür, Rahmâna.

Biz âşık değiliz, güle, bülbüle,
Canı fedâ ettik, hem güle güle;
Mevlâna'ya sebeb, iki âşıklar:
Birisi Osman'dr, biri Cemile. (1)

Bütün dünyâ vara, kalmaya bir zan, (2)
Her taraf dürüldü, kalmadı zaman;
Gaflet haram derler; odur hakîkat,
Vakıt yaklaşmadan, ey gönül! uyan.

Vücut elde iken, sen eyle tedbîr,
Dâim dâvet eder, en büyük o Pîr;
Hiç mâni' olmasın, vücut gölgesi,
Mânâ güneşine, yönünü çevir.

(Emre)! gözünü aç, cemâline bak,
Benlik harâm oldu, elinden bırak;
Dilin kelâm söyler kalbin zikreder,
Senin ile söyler, zerre: Enelhak!

Zapteden: Osman Tarı.
Saat:13.05

Bu doğuş, Ankara - Konya yolunda, otomobilde doğmuştur. 


(1) Osman Tarı ve Cemile Tarı (Prof. Annemarie Schimmel)
(2) Bütün dünyâ Rahmâna varsın; hiçbir zan kalmasın. 

15.12.1955



Yâr aklıma düşse, dünyâ görünmez,
Yüzü âşikârdır, bize bürünmez;
Aşka tutulanlar, yanar her dâim,
Semâlarda uçar, yerde sürünmez.

Bütün dilekleri, eylersin kabûl,
Ezelden böyledir, bozulmaz usûl;
Her tarafı muhît, sıfâtın senin,
Zâtına meskendir: istiyen gönül,

Ağzından çıkmıştır, (Rabbül'âlemîn),
Bilip gelenlere, verirsin izin;
Durmaz târîf eder, o (Dört Kitab)ın,
Sana doğru yürür, târîf eden dîn.

Zerrelerden varır, yolumuz, sana,
Sende fânî olduk, biz yana yana;
Çok şükür, (Emre)yi, kabûl edeli,
Hiç bakamaz oldu, iki cihâna.

Zapteden: Osman Tarı.
Saat:13.20 




15.12.1955



Candan ötesini, bilmesi ne zor...
Bileyim diyenler, gözünden mâzur;
Sen vâkıf olmayı, eğer dilersen,
Bu ölümden evvel, ölenlerden sor.

Târîf ederler ya, değildir vücut;
Her var gelir, geçer, O durur mevcut;
Sen âgâh olmayı, eğer istersen,
İçerin söylesin; dil, etsin sükût.

Bilenler, bilmiştir, onu böylece,
Kendisi yok olmuş, bakıp görünce;
Bu, (Ümmülkitap)dır, satırı olmaz,
Dilsiz okunuyor; olur mu hece...

Mevtâlar gibi ol, eyle mürâcât,
Can alıp gidersen, koparınğ afat; (1)
Zerre kadar bilgi, berâber olsa,
Yüzüne gülüp de, eylerler murtad. (2)

Varıp yaklaşınca, lâl olmalıdır,
Bilgilerden geçip, mal olmalıdır;
(Mantık)la (Maânî) ateşe keser,
(Elif) ile hem (Mîm), (Dal) olmalıdır;

(Emre)! senin baban, Âdem değil mi?
Ondan zuhûr eden, âlem değil mi?
Canlanmıştır; okur, durmadan yazan,
(Nûn)u hazır olan (Kalem) değil mi?

Tahsîli ve ilmi, kitabı yoktur,
Bu cüz' akıl ile, hesâbı yoktur;
(Mûtû kable en temûtû) olanın,
Beşeriyyet gibi, azâbı yoktur.

Onlar gibi, olsan, canlı cenâze;
Âlem sana demez, (Emre)! geveze;
Bütün bildiklerin, damla değil mi?
Bir varlık kalmasın, al, at Denize.

Zapteden: Vasfiye Değirmenci.
Saat:21.00 


(1) Koparınğ = Koparırsın.
(2) Mürted. 

3.1.1956



Görmek için gerek: birşey görmemek;
Olmak için, lâzım, birhayli emek;
Her ilmi etmeli, bu hâle tebdil,
Taklîd ile olmaz, gönül! emek çek.

Âşık olmak lâzım; olmaz, görmeden,
Bütün bilgileri, ona vermeden;
Uzaktan seyretmek, müşkül halletmez,
Gözlerimiz, varıp, ona ermeden.

Bir şeye, bedâva, olunmaz tâlip,
Aranan: âşikâr; bilinir gaaip;
Bu kaypak akılla, hiç güç yeter mi?
Gaayet kuvvetlidir, anca aşk gaalip.

Korkulacak düşman, kafada durur,
Kendi kaçar, seni, yerlere vurur;
Vücûdu bedenin, senindir, (Emre)!
İki gözlerinden, ediyor zuhur.

Zapteden: Neş'e Emre
Saat:19.40 




4.1.1956



Bebek! deyim sana, ben ninni! ninni!
Uyutayım yine, severek seni;
Ciğergâh eyledi, dünyâ sabîsi,
Dâimâ ağlatır, nideyim, beni.

İnsan gözlerinden, bakan, acep kim?
Halledemez oldu, bilinen ilim;
İçim idrâk eder, dışım anlamaz,
Kalbim söylüyor da, nutketmez dilim.

Bu insan varlığı, akar sel gibi,
İçi Dosta bağlı, dışı el gibi;
Ne kadar bu ömür, uzun olursa,
Bir yandan bir yana, eser yel gibi.

Tutulmaz, kapılmaz; bu nasıl varlık?
Hayat yolu derler, gaayet karanlık;
Hiç batmaz güneşi, gecesi yoktur,
Her tarafta gezer, Yaratan Hâlik.

Kendisi Vâhittir, görünür kesret,
Kendisi, kendini etmiştir ziynet;
Meydanda, âşikâr; göremez âmâ;
Diyenler bilmiyor, ediyor hayret.

Alan, veren, tutan: kendinin eli,
Bütün icrâ olan, onun emeli;
Bir yandan fücûrât, bir yandan takvâ,
Böyle karâr olmuş, eder tecellî.

Kötü düşünenin, hâli, isyandır,
Memnûn olur amma, sonu pişmandır;
(Emre)! eğer seni, yok eylediysen,
Her halleri taksîm eden, Rahmandır.

Zapteden: Neş'e Emre
Saat: 13.45 




9.1.1956



Yine aşk derdinden, eyledin harman,
Gönül toprağına, bideri, derman; (1)
Ben meşgul olurken, ay, gün kalmadı,
Acebâ nerdedir, vakıtla zaman?

Hebâlar mı oldu? nice çalıştım...
Vücût gölgesiyle, çokça yarıştım;
Gözüme görünmez, birtürlü, hedef,
Târîf edilmedik, yoğa karıştım.

Tek vücut kalmadı, tûfan mıdır bu?
Ateşe karışmış ihsan mıdır bu?
Ağzımdan çıkanı, kulağım duymaz,
Dahîlek Yârabbî! lisan mıdır bu?

Gönlümü ararım, bir murâzı yok,
İyilik, kötülük, îtirâzı yok;
Sözü ile sözüm, oldu karışık,
Benim kulağımda, ihtizâzı yok.

Güneş gaaiboldu, yoktur karanlık,
Gizleyen kapaklar, hep şimdi açık;
Ayrı görünenler, benim canımdır,
İyi ile kötü, nerde ayrılık?

Dersin; (Mekerallah, Hayrülmâkirîn),
Birbirinden ayrı değildir her din;
Kalmadı (Emre)ye, dost ile düşman,
Ve ne bir muhabbet, ve dahî bir kin.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:20.45 


(1) Bider = Tohum. 

18.1.1956



..................................ayağım, elim;
Hâlimi sorsalar, târîf edemem,
Gönlüm sana vardı, bende değilim.

Gözün ile kaşın, kalbimi kaptı,
Güzel tebessümün, beni kül yaptı;
Zerre târîf etsem, seni bilmeyen,
Diyor: (Küfreyledi, yolundan saptı).

Yüzüne bakınca, eyledin edâ,
Sözlerinden başka, çıkmıyor sadâ;
Çok şükür rastgeldi, senin gülüşün,
Dînimi, canımı, eyledim fedâ.

Gözümü kapamaz, hûriyle cennet,
Canımdan geçince, geldi cesâret;
Seni her tarafta, seyrân ederim,
Aşkınla haşroldum, bilmem âhiret.

Sensin istediğim, değildir cennet,
Sekiz kapısına, eylemem minnet;
Halkettiğin günden, şimdiye kadar,
Kulağım işitti, eylersin dâvet.

Neyleyim Tûbâyı, bahçeyi, bağı?
İhâta eyledin, sen dört bucağı;
(Emre) gelmez ise, olmaz mı küfür?
Açtın kollarını, ona, kucağı.

Ben seyreyledim ki: varmış, atılmış,
Bu dünyâdan geçmiş, sana satılmış;
Kanlara boyanan, şehitler gibi,
Yüzüyün şavkına, yanmış, katılmış.

Zapteden: Nihâl Özçetin.
Saat:11.59

Not: Bu doğuşun baş tarafı zaptedilememiştir. 




19.1.1956

İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI Kitap: 2         SAYI:   551 -  560 Bu evin bitmez işi, Çalışsa da çok kişi; Dünyâları arasan, Bulunmaz ...