14 Aralık 2017 Perşembe

İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI
Kitap: 2         SAYI:   551 -  560

Bu evin bitmez işi,
Çalışsa da çok kişi;
Dünyâları arasan,
Bulunmaz bunun eşi.

Bakılırsa bu eve,
Benzer zehirli deve;
Biz idâre eyledik
Mecazla öve öve.

Sönmez ateşe benzer,
Hiç ölmez başa benzer;
Her ne kadar gülersen,
İçi savaşa benzer.

Çok zordur idâresi,
Tamuya benzer sesi;
Çoğu, nasîhat için
Tüketmiştir nefesi.

Buna dayanmaz bir can,
İçi doludur isyan;
Tahammülü çok zordur,
Sabır vermeli Rahman.

Şükür, geldi tahammül,
Şen oldu, güler, gönül;
Dağıldı kargaları,
Yerine geldi bülbül.

Durmadan çalar nağme,
Yetiştirdik bu deme;
Bize sırrı öğreten,
Dedi: (Kimseye deme!)

Ateş alır, söylersek,
Tersine döner felek;
Kıymet, bedâva olmaz,
Yanıp, çekmeli emek.

Her yanları ola dil;
Gözünden çıka delîl;
Bize karışmak için,
Hâli, olmalı tebdil.

Gönülden ede pervâz,
Gözüyle kıla namaz;
Desek: (Gel, öldürelim),
Etmemeli îtiraz.

Kalbimizde var (Alîm),
Hem dahî kalb-i selîm;
(Emre)! sen varlığını,
Söyleyene et teslim.

Zapteden: Neş'e Kayalıyük
Gaziantep - Saat:2.30 




25.8.1956





Nice harap yerler, olmuş kâşâne...
Nice çok saraylar, olmuş vîrâne;
Ortada yanıyor, görünmez bir mum,
Bizi ona ettin, dönen pervâne.

Dışarı çıkarsak, oluyor zindan,
Seni seyreylemek, olmuyor imkân;
Bizleri birçoğu, dâim ta'neder,
Gaafil! iyi seyret, hâlî mi meydan?

Görüşüp, sevişip, bir can olmuşuz,
Bizi katra görme, ummân-olmuşuz;
Dışımız görünür: âciz, bîçâre,
Şifâ bulmaz derde dermân-olmuşuz.

Bize tâbi' olmuş, nice felekler...
Hayrân-olmuş, bakar, dâim, melekler;
Her küre dönüyor, bir karâr-üzre,
Hareket emrini, bizlerden bekler.

Bizleri bilmiyen, sanırlar sefil,
Tahsilsiz zannedip, sanırlar câhil;
Mevlâdan öğrendik, konuşuyoruz
Süleymanlar ile, bilinmedik dil.

Kuş ile konuşur lisânımız var,
Ebedî bitmedik ihsânımız var;
Alan, ulaşıyor Arşı Âlâya,
Semâdan seyreden insanımız var.

(Tûr) dağı üstünde, olmuşuz (Ankaa),
Gözümüz bitişmiş, Emreden Hakka;
(Nûn velkalemi)dir, durmadan yazar,
Dilimiz, ağzımız, olmuştur hokka.

Bizi bilenlere, yazarız mektup,
Alıp okuyanlar, olamaz mahcup;
Âdem'i aldatan Şeytan bizdedir,
Bize gaalip değil, her vakıt mağlûp.

Onlar ile ülfet, er adam kârı;
Bizim ile sohbet, her adam kârı;
Yetmişbin hicâbı, yaktık ateşe,
(Çeşitli huylara ser adam) kârı.

Almak isteyene, bizdedir destûr,
Bilip tutar ise, gelip de huzûr;
(Emre)den söyleyen, (Settârül'uyûb),
Her sevdiklerinde, bırakmaz kusur.

Zapteden: Fuzûle Tezcan.
Gaziantep - Saat:10.45 




25.8.1956





Birecik köprüsü, ne kadar uzak...
Bindik arabaya, oldu bir tuzak;
Kablo telleriyle bağlandı ayak;
Yârab! himmet senden, lûtfeyle, bırak.

Kimisi sabırsız, çekiyor sitem,
Hicran yarasına, bulunmaz merhem;
Kiminin sabrı var, kantarlar gibi,
Kimisine düşmüş, sâde bir dirhem.

Hazînen doludur, sen eyle lûtuf,
Kur'andan işittik, bu hâlin mâruf;
Dileğimiz budur, gel eyle kabûl,
Bize ibret olsun; sabırlı Nasuf. (1)

Gel de taksîm eyle, aç kapağını,
Seyrân eyleyelim, Nizip bağını;
Dünyâ zindan olur, çekerim azap,
Sevdiğim açmazsa göz kapağını.

Kur'andan söyledi (Rabbülfelak)ı, (2)
Açılsın, görünsün gözlerin ağı;
Gönül, bir ağaçtır, durmaz dökülür,
Bu insan bedeni, hazan yaprağı.

Yerlere düşmeden, al, kabûl eyle,
Bu gizli sırrını, âşıka söyle;
Kudreti var mıdır, (Fakîr Emre)nin?
Sen izini verdin, söylettin, dile.

Zapteden: Fuzûle Tezcan.
Gaziantep - Saat:10.45 


(1) Nasûh . Meşhur tövbe sâhibi.
(2) "Rabbülfelağı" diye okunacak.

Not: Bu doğuş, Antep'ten Birecik Köprüsünü görmeğe giderken, yolda, otobüsün birçok defalar bozulması ve manyatonun, kablo telleriyle bağlanması üzerine doğmuştur. Bir saatlik yol, ârızalar yüzünden, dört saatte alınabilmiştir. Doğuş, otobüste doğmuştur. 

26.8.1956





Sevdim seni ey Dilber!
Kalbinden verdin haber
Gözüne baktım, oldun
Benim ile berâber.

Canın benden ayrılmaz,
Yüzlerin oldu Hicaz;
Burnun minberim oldu,
Bakar, kılarım namaz.

El, salât eder taşa,
Bu hâl, gitmiyor hoşa;
Gönlüm, oldu mekânın,
Ebedî orda yaşa.

Sana eyledim fedâ,
Öyle emretti Hudâ;
Yanarım tekrar tekrar,
Sen eyledikçe edâ.

Yârabbî! bu ne ateş...
Bilemem nasıl yoldaş...
Gelmez hiçbir hesâba,
Yakıyor yavaş yavaş.

Kül olup bitmez oldum,
Koşarım, yetmez oldum;
Gönlüm, oldu vîrâne,
Bülbüldüm, ötmez oldum.

Beni eyledi baykuş;
Ne derse, geliyor hoş;
Aşk, aramış cihânı,
Gelmiş de beni bulmuş.

Durmadan ettirir zâr,
Yanar, gözlerim, arar;
Aman (Emre)! dayan sen,
Sevdiğin etmiş karar.

Tutuşuyorsun her ân,
Sevmiş, vermiştir derman;
Sen gizleneyim dedin,
Kendisi etti îlân.

Zapteden: Fuzûle Tezcan
Gaziantep - Saat:13.20 




27.8.1956





Sen karayım diye, yerinme kahve! (1)
Mutlakaa lâzımsın tiryâki eve;
Eğer pişirip de getirirlerse,
Alır da içeriz, biz seve seve.

Nurlara bezenmiş tene benzersin,
Kaşlar ortasında bene benzersin;
Kimseler bilmiyor, senin kadrini,
İnci, mercan gibi, dâne benzersin.

Ağacın üstünde, (Tûr)a benzersin,
Dâim balk balk eden nûra benzersin;
İçini görmeyen, kapkara bilir,
Semâdan dökülen kara benzersin.

Kadrini bilmeyen, veremez kıymat,
Yağında gizlidir yararlı hayat;
İçinden fışkırır çeşitli ışık,
Girip de görmeyen, zannediyor mat.

Misâl olmuş sana, gözlerin şâhı,
Gökten indirirsin, gün ile mâhı;
Âşıklar, durmadan, gece ve gündüz,
Senin için eder, durmadan, âhı.

Alırsa lebinden, ölü, bir yudum,
Aşkın lezzetinden, olur mu mahrum...
(Emre) seyredince, senin içini,
Boynu bükülmüştür, olmuştur mazlum,

Zapteden: Fuzûle Tezcan.
Gaziantep - Saat:14.20 


(1) Yerinmek = Kendikendini kötü görmek, kendikendini kınamak. 

27.8.1956






Ninni deyim yavrum, güzelce uyu,
İlimle vereyim, sen iç bu suyu;
Hazreti Yûsufu siper eyleyen:
Bedenden yapılmış, mânâlı kuyu.

Rastgeldi gözüne, görünce, kervan,
Gelmiş geçmiş değil, hazırdır her ân;
Aşka tutulup da, seyreden kulu,
Yüzüne bakarak duruyor dîvan.

Yakıp da kavurdu, akıtınca kan,
(Mısır)ın yoluna, olunca revân,
Kanlı gömleğinden alınca koku,
Gözler görmeyince, olmuştur irfan.

Çok şükür, görüyor benim gözlerim,
Ona mahkûm oldu, söyler sözlerim;
İçimden, dışımdan, durmaz söylenir,
Eğer görmez isem, tekrar özlerim.

Arkadan giderim ben koşa koşa,
Aşk, beni bağladı göz ile kaşa;
(Bir kerre yüzünü göreyim) dedim,
Kalbimi boyadın, kan ile yaşa,

Neyleyim, bağladın hasret ipine,
Ateşinle piştim, ben döne döne;
Durmadan yanıyor; geçtiği yoktur,
Ben aşka tutuldum, o nasıl söne?

Yolumu kesmiştir, bu dîn ü îman,
Halbuki ben oldum yüzüne hayran;
Bu (Emre) görünce, bin kerre etti
Cenneti, hûriyi yoluna kurban.

Zapteden: Ekrem Özhatay
Gaziantep - Saat:14.35 






Yârab! bu ne aşkdır, bu nasıl sevdâ...
Aynanın içinden, edersin edâ;
Senin saçlarıyın birtek teline,
Nice âşıkların, olmuştur fedâ.

Bu nasıl ateştir, yanıp bitmiyor...
Nerelere baksam, ediyor zuhûr;
Sevmezsen incinir, sevsen incinir,
Kaçıp kurtulması, ne kadar zordur...

Bilmeyenler der ki: (Bu aşk günahtır;
Ona tutulanlar, bahtı siyahtır):
Halbuki âşıka, en büyük devlet,
Hayatta bir olur, öyle sabahtır.

Her taraftan çıkar, gözler önüne,
Kendini gösterir, o döne döne;
Dünyâ zindan olur, eğer vermezse,
Gözden zıyâsını, ay ile güne.

Bir kerre sevmesi, ihsâna benzer,
Bâzı melek, bâzı, insana benzer;
(Emre)! öğüyorsun, iyi seyreyle,
Senin methettiğin, bak, sana benzer.

Zapteden: Ekrem Özhatay
Gaziantep - Saat:15.10 




1.9.1956





Seninle birleştik, dönderen Felek!
Birleşmek için de, çok çektim emek;
Bu verdiğin gözler neler görecek...
Bilmek istiyenler, oluyor âciz.

Önü ile sonu: bir acı zulüm,
Burada âcizdir, bilinen ilim;
Bize lâzım olan, bu (Kalb-i selîm);
Bilmek istiyenler, oluyor âciz.

Anlatmak istemiş, her gelen kâmil,
Bizlere dökmüşler, böylece bir dil;
Bâzıları: (Ben!) der; hiç böyle değil;
Bilmek istiyenler, oluyor âciz.

...........................................................
...........................................................
...........................................................
...........................................................

Zapteden: Rûşen Mirici
Gaziantep - Saat: ? 




1.9.1956

İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI Kitap: 2         SAYI:   551 -  560 Bu evin bitmez işi, Çalışsa da çok kişi; Dünyâları arasan, Bulunmaz ...