25 Eylül 2017 Pazartesi

Hz.İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI
Kitap: 2        SAYI:   321   -   330

Ne olduk yana yana...
Îlân olduk her yana;
Gök kubbede asılı
-Tokmağı vurduk- çana.

Duydu ay ile yıldız,
Çınıltısı buldu hız;
Yardım edince Mevlâ,
Tükendi bütün aciz.

Zuhûr eyledi sür'at,
Mevlâ edince imdat;
Her dimağda değişti
Mânâdan çıkan her tad.

Safâya oldu tebdîl,
İrticâ' , oldu zâil;
Ledünniyyât konuşur
Hareket eyliyen dil.

Kalktı (Hâl)in kapağı,
Temizledi dimağı;
Mevlâya âşık etti
Her işiten kulağı.

Durmaz çıkıyor sesi,
Açılınca perdesi;
(Emre)ye görünüyor
Dünyânın dört köşesi.

Gece ve gündüz bakar,
Hem de eder iftihar;
Şükür, hayat pınarı
Sür'atlenmiştir, akar.

Zapteden: N. Özsevenler, S. Akgül, E. Özhatay, Ş. Kutkan.
Saat: 20.51 - 21.04 




3.6.1954



Çıktı sadâmız bizim,
Baktı Hudâmız bizim;
Topraa hayat verir
Gülsek, edâmız bizim.

Şen olursak, gelir yaz,
Gönlümüz, olur Hicaz;
Dinde ibâdetimiz:
Cânân ile olan naz.

Eğer bürünsek (Hâl)e,
Bizi eder istîlâ;
Gökyüzünde Aranan,
-Arada yok fasıla-

Bitişik bizim ile,
Aldanmak Cebrâil'e; (1)
Her yanı dolaşırız
Onunla güle güle

(Emre) ile berâber,
Bir ân ayrılmaz Dilber;
Diyen, duyan kendisi,
Kimden gözlesin haber?

Zapteden : N. Özsevenler, S. Akgül, E. Özhatay.
3.6.954 Saat: 21.20 - 21.30


(1) Aldanmak = Aldanmayız demektir.


3.6.1954



Mekân edeceksin, birgün çukuru,
Hatırlıyamazsın, sen bu zuhûru;
Mutlak geçecektir, üstünden kışlar,
Yağmurlar yağacak, hiç kalmaz kuru.

Tepeliyecektir çeşitli ayak,
Birçok "akıldâne", bâzı da ahmak;
Gözlerinde kuvvet, devâm ederken,
Seni Çağıranın, gözlerine bak.

Benim! dersin ama, topraklar dolar,
Nûru gaaibolur, zıyâsı solar;
Gezdirdiğin tenin, kalır bekçisiz,
Darmadağın olur, hem dahî ular. (1)

Belik belik olur, dışından, deri,
Ateşe atsalar, duymaz haberi;
Bâzı eserlerde, "hayvan" diyorlar
Görüp bilmiyene, geldiği yeri.

Senden sana olur, o elin yolu,
Oradan çağırır, Yaradan, kulu;
Bir kuvvet bozamaz, böyle kurulmuş,
Kaanun gibi olan, böyle usûlü.

Âşık ol da yaklaş, diril de güven,
Hiç seni sıkmasın, bu canlı kefen;
(Emre)! ayrılmazsan, sen o Dilber'den,
Ölümü unutur, dirilirsin sen.

Nûru ilâhîden, olur mekânın,
Mevlâ sarayıdır, teninle kanın;
(İnnâ lillâh...) işit, yine dön, yürü,
Çünkü ordan geldi, bu tatlı canın.

Zapteden: Selim Akgül
Saat:14.52 


(1) Ulmak = Çürümek; Ular = çürür. 

20.6.1954



Âşıkın olmaz eceli,
Hayâtı, değil emeli;
Bilinmez nurdan yapılmış
Bu yeni evin temeli.

Her yerde söylenir adı,
Girenler alır murâdı;
Bir kerre ayak basanın,
Ebedîdir ağız tadı.

Mevlâ ile bir olur kul,
Her zerreden açılır yol;
İçerisi cevher iken,
Siper eder ateşten çul.

İlâhî! bu nasıl hikmet?
Veriliyor bitmez himmet;
Kimi bakar, ikrâh eder,
Kimi bakar, alır devlet.

Neden birbirine uymaz:
Kimi söyler, kimi duymaz?
(Emre)nin târîf ettiği:
Âşıklara, (Canlı Hicaz).

Zapteden: S. Akgül, E. Özhatay.
Saat:19.20

Not: Bu doğuş, bağda, evin yeni yapılan kısmının zemîni, orada bulunanlar tarafından tepelenip düzeltilirken doğmuştur. 




20.6.1954



Bir günüm bir günü, nidem, tutmuyor,
(Yâr)i gördü gözüm, hiç unutmuyor;
Aklımı başımdan, eyledi ihraç,
Ağzım, aldığını, bilip yutmuyor.

Bilmem nerededir, gözümle gönlüm?
Açmış kucağını, çağırır ölüm;
Azrâil denilen, dost oldu bana,
Ben zerre değilim, (Muhît)im, (Küll)üm.

Göze görünürüm, değilim beden,
İkrâr eyliyemez, kimse, görmeden;
Her dâim bâkîdir, benim dimâğım,
Ben ne gelenimdir ve ne de giden.

(Gizli Defîne)yi, buldum (zillet)ten,
(Tenezzül) ederek, hem de (minnet)ten;
Kapağı kendidir, cevheri kendi,
Perdesi yırtılır, türlü (illet)ten.

Onu seyreyliyen, hiç kalır mı ham...
Bilinmedik yerden, verilir ilham;
(Emre)! siper eyle, hiç bozulmasın,
Berâber yapılan o kaanun, nizam.

Zapteden: Ekrem Özhatay
Saat:6.35 




3.7.1954



Eğer ister isen, Mevlâ!
Düşürürsün bizi hâle;
Yer, gök, felek seni almaz,
Bir gönül eder istîlâ.

Bu ne devlet, verdin kula...
Görür, zevka dala dala;
Yedi deryâya sığmazsın,
Mekânın, olur bir damla.

Ayrılırsan, döner, arar,
Bakar, seni senden sorar;
İnkâr eder, bir dem gelir,
Dilinden edersin ikrar.

Bütün senden olur oyun,
Kâh Leylâsın, kâh da Mecnûn;
Fazîletin zuhûr etse,
Eğilir, dik duran boyun.

Vardır nice bin sıfâtın,
Târîf ediyor âyâtın;
Sana gönül verenleri,
Bakışınla alınğ satın. (1)

Birçok hayat, olur kurban,
Yüreğinden akıtır kan;
(Emre), canı sana verdi,
Görüp de olunca hayrân.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat: 13.45 - 13.57 


(1) Alınğ = alırsın. 

16.7.1954



Ateşe düştü beden,
İçten yanıyorum ben;
Göründü, tutuşturdu
Yanağında olan ben.

Şükür, eyledi kısmet,
Harâboldu bütün sed;
Himmeti ordan aldı,
Gördü, Hacerül'esved.

Orada gizli Allah,
O kapayı açar: âh;
Taş ile toprak değil,
Gönlündedir Beytullah.

Bu (Emre) eder tavâf,
Vücûdundur dönen (Kaf);
Seni hazmetmeyende
Zerrece olmaz insaf.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:20.05 - 20.15 




16.7.1954



Senin âşıkların, her dâim inler,
Gönül acısını, durmadan dinler;
Bu hâli bilemez, akılla fikir,
İçten târîf eder, çeşitli dinler.

Büstünü yapamaz, bir heykeltraş,
Gönülle görünür, o sendeki (Kaş);
Âşık kalbindesin, mekânın ora;
İstîâb edemez, (Kürsü) ile (Arş).

Taş gibi oluyor, bilmek isteyen,
Şen, şâtır oluyor, gülmek isteyen,
Hayattan geçiyor, rastgelen sana,
Kendi kendisine, gelmek isteyen.

Bir kerre bakışın, sanki âfitap...
Tebessüm eylesen, edilmez hesap;
İlimle bilinmez, aşkın esrârı,
Meydanda halli yok; neylemiş Kitap?

Nice peygamberler, getirmiş âyât...
Halle uğraşırsan, çıkar müşkilât;
Aşkına düşenler, oluyor ferah,
Tahammülü zordur, sanki bir afat,

Bu (Emre) tutuldu, oldu teşennüç, (1)
Uyanık gezerken, seyrediyor düş;
Cümle benliğinden, bilip geçince,
Gözünün içinde, bilip de görmüş.

Zapteden : Fuzûle Emre
Saat: 5.13 - 5.26 


(1) Teşennüç = buruşmak, büzülmek. 

17.7.1954



Bu derdin dermânı: Bir (Teslîmiyet)...
Nefse uysan, eder, birçok eziyet;
Arzuyla emeli, şen eylemeğe,
- Senin düşmanındır - eyleme niyet.

Ey gönül! birçoğu, uymuş, tutulmuş,
Zehirli şerbeti, çokça gelmiş hoş;
Kaçar isen eğer, kurtulamazsın,
Yerde kaçan ile, gökte uçan kuş.

Yüreği acımaz, eylesen feryat,
Aklına gelmedik, koparır afat;
Sakın bir varlığa, boynunu eğme,
İster isen, iste, sen aşktan imdat.

Gel gönül! yaklaşma, nefse uyana,
Dedi ile kodu, edip, duyana;
Mevlânın yüzüne, kim âşık olur,
Her dâim seyreder, bakmaz her yana.

Gölgeden sorarsan, hallolmaz müşkül,
Sen de aldanırsan, her hallerin kül...
Sakın sen nâmerde, boynunu eğme,
Sâdığı görürsen, yerlere bükül.

Fırsat elde iken, kaçırma demi,
İblis ne eyledi, o sâf (Âdem)i?
Tutabildin ise, sâdık elini,
Gece gündüz şen ol, etme sitemi.

O, seni çıkarır, Arşı Âlâ'ya,
Hiç korkma, götürür, Güzel Mevlâya;
(Zevk-i Ebedî)yi, bulan âşıklar,
Dâimâ şen olur; neden ağlaya?..

Elini çekenler, burda cîfeden,
İyi bak, onlardır, dâim keyf eden;
Gülerek çağırır, âşıkı (Mâşuk),
Sesini duymamış, hep esef eden.

Bir söz söylemiştir, (Yazıcıoğlu), (1)
Duyup dinlemişler, çok âşık kulu;
O Dost'un kaanûnu; kimse bozamaz,
Ehl-i irfan, hem de, âşık usûlü:

Perdesini açar, o (zevk-i sahîh), (1)
Seninle bir eder, ânda Allahı;
Bu (İsmâil Emre) fânî olunca,
Tebdîl oldu, bitti, tükendi âhı.

Zapteden: Rûşen Mirici
Saat:20.30 


(1) "Muhammediyye" sâhibi Yazıcıoğlu Mehmet Efendi'nin: (Ki tâ zevk-î sahîh île bilînê gaayet-î mernâ) mısraına işâret olunmaktadır. 

17.7.1954

20 Eylül 2017 Çarşamba

Hz.İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI
Kitap: 2           SAYI:    281 -   290

Gözlerden kurulmuş pazar;
Görenler eder âhuzâr;

Bakışının ışıkları,
Aklın ötesinden yazar.

Gizli sırdan verir haber,
Alanlar, olur berâber;
Dışında hiç kıymet yoktur,
İçini görmek mûteber.

Bakma, tûfâna tutturur,
Alır, sevdâya yutturur;
Can ile iki dünyâyı,
Görününce, unutturur.

Kendinde koymaz hissiyet,
Yaklaşmağa etsen niyet;
Eğer âşikâr eylesen,
Sana ettirir eziyet.

Dimâğıyın tadı kaçar, (1)
Bıkıp kalırsın sen nâçâr;
Eğer tutarsan sen gizli,
Yüzünden perdeyi açar.

Dayanırsan belâsına,
Dillerden (essalâ)sına;
(Emre) sabretti, yetişti
Dâvet eden Mevlâsına.

Zapteden : Fuzûle Emre
Saat: 14.00 - 14.03 




6.4.1954



Nefs elinden nelen çeker, nice kul...
Kendin verdin dönüp dersin: sen kurtul!
Halâs etsen bozulur mu, Yaradan!
Yaratırken tertîb ettiğin usûl?

Olmuş nice ihtiyara tebelleş...
Kuvvetlidir; dönüp dersin: var, güleş!
Nice Rüstemleri, yere vurunca,
Parçalayıp eylemiştir o, bir leş.

Kur'ânda söyledin: Onu öldürün!
Birçoğunu parçalar, eder düğün;
Yarattığın kullar, gelip geçiyor,
(Kaalû belî)den yaşıyor, hem bugün.

Sen kuvvet vermezsen, yetişir mi güç?
Nicesini âleme eder gülünç...
Kulağı duyana, dersin her dâim:
(Sâlim bir Belde)ye kurtul da, sen göç!

Oraya varmak için, lâzım hüner,
Yetişince, bizdeki varlık söner;
Kapısını nereden bulalım biz?
O (Dağ), sağa, sola, her yana döner.

Arayan, bulamaz, dağ ile taştan,
İşâret eyledin: (Sâdık Yoldaş)tan;
Niyet eyliyeni, ettin, Cânânım!
Arzû, emel, hem de, verdiğin baştan.

Mûsâ yürüyünce, neyledin ona...
Rumuzla gösterdin, zâlim (Fir'avn)a;
Bu (Emre)nin yetişmez oldu aklı
Kulların önüne çıkan oyuna.

Zapteden : Fuzûle Emre
Saat:15.45 - 15.54 




6.4.1954




Hâl oldu yere, göve,
Hem de bu bizim eve;
Yağar, durmaz (Mezâmîr),
Âdem'i öve öve.

Gark etti bizi seli,
Bütün âlemi, eli;
Hiç durmadan metheyler
Seni, Cibrîl'in dili.

Otuziki dişini, (1)
Anlanmadık işini;
Mevlâ hiç yaratmamış
Bu insanın eşini.

Kaydeylemiş bu dîne,
Benzetmiş hep kendine;
Bakıp aşka düşürdü
Bu ânda bizi gine.

İki kaşları: hilâl,
Gerisi bütün hayâl;
İçini metheyliyen,
Niyet etse, olur lâl.

Târîf edilmez lezzet;
Alır, kim etse hizmet;
Aşk ile yaklaşana,
Kendisi eder himmet.

Orada biter hudut,
Orda görülür Mâbûd;
Orda kıymetsiz kalır
İnci, elmas, hem yâkut.

Geçmez orada mercan,
Kokmaz orada reyhan;
Bir kerre görünüşü
Değer yüzbinlerce can.

Orda can, olur fedâ,
Eğer ederse edâ;
(Emre) verdi, kavuştu
Zor alınan murâda.

Dönerek oldu mahmur,
Can veren, böyle durur;
Kendikendinden geçen,
Böylece tutar huzûr.

Zapteden: Fuzûle Emre, Ekrem Özhatay
Saat: 20.33 - 20.52

Not: Bu doğuşun son dörtlüğü, küçük İsmâil hoppalada gözleri kapalı olarak dönmekte olduğu bir sırada doğmuştur. 


(1) Senin dişini. 

6.4.1954



Seher estirdiği, yellerde misin?
Güneş açtırdığı, güllerde misin?
Ateşin yaktığı, küllerde misin?
Bize haber ver sen, o mekânını.

Güzel güzel kokan, reyhanda mısın?
Sana fedâ olan, o canda mısın?
Ayda, günde, bizde, cihanda mısın?
Bize haber ver sen, o mekânını.

Toprakta açılan, çiçekte misin?
Böceğin yaptığı, ipekte misin?
Cennet, hûri, gılman, melekte misin?
Bize haber ver sen, o mekânını.

Secde emrolunan Âdem'de misin?
Devrân eden zaman, bu demde misin?
Arzû ile emel, sitemde misin?
Bize haber ver sen, o mekânını.

Cibrîl'in söyliyen sözünde misin?
Hazreti Yûsuf'un gözünde misin?
Muhammed Emîn'in özünde misin?
Bize haber ver sen, o mekânını.

Hicaz'ın kararmış, taşında mısın?
Ona yüzsürenin, başında mısın?
Âşıkın, Mâşûkun, kaşında mısın?
Bize haber ver sen, o mekânını.

Tûr ile Sînâ'nın, elinde misin?
Her dâim çıkanın, belinde misin?
Âşıkın gözünün, selinde misin?
Bize haber ver sen, o mekânını.

Yaktığın (Emre)nin, canında mısın?
Seni arayanın, yanında mısın?
Şahdamarı denen, kanında mısın?
Bize haber ver sen, o mekânını.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat: 7.20 - 7.33 




7.4.1954



Topraklarda biter gül,
Eskirse, derler: dökül!
Koparırlar, atarlar,
Sakın büyüme, küçül.

Karâr etmiş böyle Hak;
Kıymetlidir domurcak;
Gönle benlik girerse,
Yere dökülür yaprak.

Dinle beni, ibret al,
Ölü vücut, olmaz mal;
İçinde yaşıyan var,
Dışta görünen: hayâl.

Nerede evvel gelen?
Nefsine uyup ölen?
Onlar gibi olursun,
Sakın deme sen de: ben!

Uyan, sen seni unut:
Kalbine girsin mâbut;
Bir şeye meyil verme:
Gönlüne girmesin put.

Yok eyle, aşka bürün,
Sevil, Mevlâya görün,
(Emre), duysunlar diye
Dost elinden eder ün.

Zapteden: V. Değirmenci, Kenan Kendirci, İsmâil Şıra.
Saat: 8.35 - 8.43 




8.4.1954



Neyleyim aşk sarmayınca...
Kokmaz bu, zamansız, Gonca;
Nice kuşlar konar, göçer
Aşktan yapılmış ağaca.

Yaprakları eder par par,
Zıyâsı yüzlere çarpar;
Kanadından vazgeçen kuş,
Dallarına yuva yapar.

Başka türlü yoktur imkân,
Böyle kurulmuştur erkân;
Tozlarını silen insan,
Bu ağaca kurar mekân.

Bizde ...............................
Böyle emreylemiş Sâkî;
.........................................
Söylese ...... yakar hâki.

Gönülde yanar ocağı,
Ateştendir hep yaprağı;
.......................................
Târîf edenin dudağı.

.......................................
.......................................

Zapteden : Duran Emreün
Saat:15

Not: Bu doğuş da yarım kalmış ve bâzı mısrâlar noksan zaptedilmiştir. 




9.4.1954



İdrâk edilir mi, bâzâr-ı âlem...
Sırrını yazamaz, yapılan kalem;
İçine girende, zerrece kalmaz
Arzû, emel ile, hüzünle elem.

Târif etmek için, tutulur dili,
Gözleri farketmez âlemi, eli;
Tecellî şâvkına hayrân olanın
Hareket edemez, ayağı, eli.

Yüzüne bakınca, çırpınır kalbi,
Hazan ağacının yaprağı gibi;
Evveli, âhiri, görür: (Bir Nokta),
Akıldan çıkarır, bütün meşrebi.

Âşık ile Mâşuk, orda olur bir,
Hitâma erişir, yapılan tedbîr;
Akıl ilimleri, geride kalır:
Mantık'la Maânî, Fizik'le Cebir.

Eğer parçalarsan, olmaz nihâyet;
Küçültmek istersen, büyüyor gaayet;
Elinde mahâret, eğer var ise,
Uzağı bırak da, kendini seyret.

Duyup işittiğin: vardır canında,
Bütün duydukların: senin kanında;
Anlaşılmaz hayat, sende yaşıyor,
Seyredebilirsen, hep irfânında.

Vücûdun doludur, nice bin mâden...
Ayrı ayrı canlar, hepisi der: ben!
Herbirinin gözü, kulağı vardır,
Dilinden bilinğ mi, birisinin sen?

Bu insanın aklı, nekadar âciz...
Kendisini bilmez, her dâim der: biz!
Bu (İsmâil Emre), yanıp kül oldu,
Her zerresi yaptı, o âleme iz.

Zapteden: Selim Akgül
Saat: 8.15 - 8.42 




10.4.1954



Ne oldu bu yumurcağa:
Durmaz döner dört bucağa?
İçten içe seyrediyor,
Düştü mânevî kucağa.

Teslîm oldu Yaradana,
Durmaz bakar kana kana;
Ateşi beni yakıyor
Kıvılcımı düştü cana.

Dönerek geçer kendinden,
(Hâl)e tâbi' oldu beden;
Hiç kimseyi aşk sarar mı
Bunun içini görmeden?

Gözlerini yumar, döner,
Kâhi yanar, kâhi söner;
Semâdan doğan bu güneş,
Secde etmek için iner.

Kuvvet verdi ayağına,
Kelâm girdi kulağına;
Mânevî bir ışık verdi
Halk eyliyen, parmağına.

Ünü yayıldı cihâna,
Rahmet eder her insana;
Rûhundan gıdâ veriyor
Teslîm olan bütün cana.

(Emre) teslîm olsa eğer,
Şûlesi yüzüne değer;
İçini seyreyleyince,
Aşka düştü, durmaz öğer.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat: 22.20 - 22.25 




12.4.1954



Neden feryâd eder bülbül?
Fedâ olur nice gönül?
Âşık için yaratıldı,
Her çiçeğe şâh olan gül.

Ötene değer ceryânı,
Gören, fedâ eder canı;
Bu zuhûrât, eğer olsa,
Taşlara verir lisânı.

Duyana olur tercüman,
İsteyene verir ihsan;
(Emre) görünce eyledi
(İçinden Gören)e îman.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat: 22.30 - 22.33 




12.4.1954



Bu bebek, bir (gel!)e benzer, (1)
Bir domurcak güle benzer;
Aşkın ateşinde yanmış
Gönüllerde küle benzer.

Tâze açılmış bir çiçek,
Mânevî cennette melek;
Her insana nasîbolmaz
(Gözlerden Bakan)ı görmek.

Nedir ordan eden seyrân?
Gördüğünü eder hayrân;
Arzû ve emel değil mi
Bizi oradan ayıran?

İki yüzü benzer aya,
Gönlü dahî o (Saray)a;
Oniki ayaklı (Kürsü),
Ezelden, olmuş Mevlâya.

Nasıl dönüyor, siz bakın...
Yaradana olmuş yakın;
Ara yerde yoktur perde:
(Şek) ile (güman)dan sakın.

Dinlersen o Dost'tan öğüt:
Oraya yaklaşır sükût;
Korkarsan, sen nefsinden kork,
Seni yere vurur o küt. (2)

Yoktur el ile ayağı,
Seni tutacak parmağı;
Sararak seni, top eder,
Gözleridir onun bağı.

Tutup da ettirmesin âh,
Kandırıp da hem de günah;
(Emre)yi emîn eyledi
Kendini halkeden Allah.

Zapteden : Selçuk Yaşaroğlu
Saat:21.35 


(1) Bu doğuş doğmadan önce, küçük İsmâil, dedesini, eliyle (gel!) diye çağırıyormuş.
(2) Elsiz - ayaksız. 

14.4.1954

5 Eylül 2017 Salı

Hz.İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI
Kitap: 2             SAYI:   201  -  210

Neler geçmiş bu köprüden...
Akıl geçer, değil beden;
Varlıkları burda kalmış;
(Lâyüs'el)dir; denmez: neden?

Her gelenler, eder devir,
Kimi Mü'min, kimi kâfir;
Hudâ'nın sırrı bilinmez,
Gözü görenlere: Zâhir.

Arkasında var bir ağaç,
Meyvaları: Mânevî Tac;
O meyvadan yemek için,
Her hâlini alırlar baç.

Orda ederler iftirâ,
Birçokları sürer kara;
Zerre kadar incinirsen,
Seni bırakmazlar (Yâr)a.

Geçmek için feryâdımız;
Neler çekti ecdâdımız...
Her tarafta bed söylenir
Onun için bu adımız.

Böyle emreyledi İlâh,
Onun için çekilir âh;
Görür görmez ayna olduk;
Bâzı bakan, eder ikrah.

Eğer bitse (hâl-i beşer),
Görür görmez aşka düşer;
O (Yüz)den seyrân edilir:
İki âlem, hem de mahşer.

(Emre) dâim görür, bakar,
Orda nice gül, bülbül var,
Kendisinden geçenlerin
Canlarına tatlı kokar.

Zapteden : Fuzûle Emre, Ekrem Özhatay
25.12.953 Saat:9.25




25.12.1953



Açılmış, benzer güllere,
Bürünmüş nurdan tüllere;
Kendi, kendine bakıyor,
Yüzü, görünmez ellere.

Deryadır, görünür damla,
Her tarafı muhît Mevlâ;
Bâzı, bir zerreden âciz;
Eder her yanı istîlâ.

Deriden bürünür nikap,
Bu âlemi eder hesap;
Kendini gizlemek için
Arzûdan gösterir hicap.

İsterse, olur âşikâr,
Herkesle beraber arar;
Eğer memnûn edemezsen,
Âdem sıfatına kaçar.

Edebilir isen îman,
Soyunur, görünür üryan;
Hâlinden suâl olunmaz:
Cânîlere eder ihsan.

Ezelîden budur âdet:
Dileyene eder himmet;
Azap kapısını açar,
Dersen: ben ettim ibâdet.

Hazînesinde affı çok,
Hâkimdir, herşeye Mâşuk;
(Emre)! senden istediği:
Bir varlık değildir; yokluk.

Zapteden: Vasfiye Değirmenci, Dr. Çakmak, Selim Akgül.
Saat:10.30 




26.12.1953



Yârim! seni görenler,
Canı sana verenler...
Aşk geçirdi bir ele,
Akıl ermez nereler...

Burda açıldı (Ufuk),
Orda görüldü (yokluk);
Herşeyler oldu fânî,
Yüzünden başka şey yok.

Sensin (Deryâ-yı Ahad),
Sensin koparan afat;
İki kaşından okur,
Bilenler, (Yedi Âyet).

Kapıları açılır,
Nûru yere saçılır;
Esîr eden dünyâdan,
O kapıdan kaçılır.

Kalmaz âlemde kâfir,
Sırlar, olunca zâhir;
Seni tutup bağlıyan,
O vakit olur esir.

Orda affolur günah,
Orda bilinir İlâh;
Bu sırrı anlayınca,
(İsmail) oldu ferah.

Zapteden : Fuzûle Emre
Saat:8.15 




28.12.1953



Yaktın beni Güzelim,
Lâl oldu benim dilim;
Tutuldum ceryânına,
Deprenmez oldu elim.

Varlıklar oldu hayâl,
Üryan olunca (Cemâl);
Eğer kime bakarsan,
Uyuşup, oluyor lâl.

Unutur dünyâsını,
Görünce Mevlâsını;
Aman sen bu hamamın,
Bil, çınlatma tasını.

Siper eyle nizâmı,
Yoldaş eyle bu gamı;
Bilemezler (Dilber)i,
Seyrederler hamamı.

Hamam içinde (Dilber),
Âdemi etmiş siper;
(Emre)! senin sevdiğin,
Âlem ile beraber.

Bildin, gözlerim, ağla,
Eri, (Deryâ)ya çağla!
Çalış, kurtar gönlünü,
Yetiş, aslına bağla.

Zapteden : Şevket Kutkan
Saat:10.26 




28.12.1953



İçinden geçtiğim, yalan dünyâsın,
Aklın cevherini, alan dünyâsın;
Ömrün bellisizdir, târîhin yoktur,
Boşalıp boşalıp, dolan dünyasın.

Seni sevenlere, verinğ zehiri,
Yiyenler gidiyor, kalmıyor geri;
Bilip aldanmıyan, gözünü açar,
Hîleni anlıyan, yüzbinde biri.

Sana aldananlar, ne kadar ahmak...
Mevlâyı bildirmenğ, gösterinğ toprak;
Tılısımdan nice, ampulün vardır...
Sonu zindan ama, görünür berrak.

Görüp anlıyanlar, ne kadar mâhir...
Senden kurtulanlar, oluyor tâhir;
Ecel şerbetini, şerden içirinğ,
Gelene düşmansın, evvel ve âhir.

Anlaşılsa eğer, (Her Gözden Gören)...
Senden kurtarıyor, (Ondan Görünen);
İncilden, Kur'andan, hem de Zebûr'dan
Tenbîh edilmiştir: O sırrı öğren!

Sevip güvenenler, kalır mı geri,
Her ne kadar yapsa, nice tedbîri?
Yârabbî, zorumuş, yakayı almak...
Kaçıp tutulmıyan, ebedî diri.

Perdeyi tutarsın, mülk ile maldan,
Bilmiyen, kurtulmaz, böyle hayâlden,
Âşık olmıyanı, mahrûm edersin,
Kendine alacak, (Güzel Cemâl)den.

Fırıldak sendedir, yoktur kabâhat,
Hicâbı yırtmaya. lâzım cesâret;
Yönünü döneni, edenğ imtihan,
Nebîler söylemiş, dahî Muhammed.

Senin bir ismin var: söyleniyor: (Dâr),
Sana tutulmıyan, nice mertler var...
Önü ile ardı: yokluk değil mi?
Bilip anlıyanlar, edemez inkâr.

(Emre)! çok söyledin, gözlerini aç,
Seni de yakalar; dokanmadan kaç;
Aşkın eteğini, tut da bırakma,
Bu derdin dermânı, (aşk)ıdır, ilâç.

Zapteden : Vasfiye Değirmenci
Saat: 9.50 




31.12.1953



Nasıl anlatalım, acep bu gönlü...
Diriler işitir; duyar mı ölü...
Nebat, çiçek açar, yere dökülür;
(Nefahtü) sulamış; solar mı gülü...

Görünce, saçıyor, bülbül, sesini,
Ondan alır, verir, her nağmesini;
(Cenneti İrfan)dır, mahşerden evvel,
Âşıklara açar, nur perdesini.

Görenlerde kalmaz, âr ile hicap,
Mîzan, Defter, Köprü, böyle bir hesap;
Dünya ve âhiret, bu nefs içindir;
O elde okunur, (Canlı Bir Kitap).

Bilmeden görülse, suâli yoktur,
Bu aklın bildiği, misâli yoktur;
Ay ile gün, semâ, târîf edilmiş;
(Gönül)den gayriye, visâli yoktur.

Neler bağlamıştır, Yârab, beşeri...
Kimi mazlum bekler, kimi haşarı;
(Emre) bu dünyâda, (Dost)unu buldu;
Unuttu, bilmiyor (Haşr)i, (Mahşer)i.

Zapteden: Vasfiye Değirmenci
Saat:14.30 




31.12.1953



Ne yollar yürüdük, ömür! seninle...
Bâzı hasret çektik, biz güle güle;
Geçen günlerimiz, geride kaldı,
Ne kadar istersek, geçer mi ele?

(Ân) sonra, bilinmez, ne gelir başa;
Durmaz da yürürüz, biz koşa koşa;
Ömür yolu birgün, hiçe dayanır,
Çekilen emekler mutlakaa boşa.

El ele verip de, uyanmalıyız,
(Git de gel!) diyene, dayanmalıyız;
Eller gibi, biz de, oluruz helâk;
(Aşk)ın ateşiyle, biz yanmalıyız.

İsimden, resimden, kalır mı, eser...
(Nasılsınız?) diyen, bizimle küser;
Hayat elde iken, bitmeli hesap;
Durduğumuz yere, sam yeli eser.

Uyutmak istiyor, gaflet uykusu,
Ona yardım eder, (hayat korkusu);
Bunlar bir cehennem, durmaz yanıyor,
Ateşi söndürür, (gözden akan su).

Nereye gitmiştir, evvelce gelen?
Güvenip (Fânî)ye, gururla gülen?
Geriye dönüp de, haber veremez,
Sırrını bilmeyip, cehl ile ölen.

Düşündürememiş, dünyânın tadı,
Oğlu, kızı, dahi, hem de ahfâdı;
Arkadan anılsa, kulağı duymaz,
Şöhret ile şânı, söylenen adı.

Yalamış, yutmuştur, birçok âlimi...
Burda bırakmışlar, çeşitli ilmi;
İşiten kulağa, duyurmak için,
(Emre)! söyletiyor benim dilimi.

Zapteden : Vasfiye Değirmenci
Saat:15.50 




31.12.1953



Dokuzyüzellidört, yarın, yılımız,
Hesapsız, kitapsız, bizim hâlimîz;
Her renklere uyar, bir ayna gibi,
Misli, târîfi yok, budur malımız.

Ölüp de dirilmiş insana benzer,
Her çeşit söylenen, lisâna benzer;
Yana yana sorsa, eğer bir beşer,
Anca ona deriz: renk, sana benzer.

Başka türlü olmaz, bu hâle misâl:
Görünmiyen: (Bâkî), görünen: (hayâl);
Bu derdin dertlisi, atmaz derdini,
(Men lemyezuk) denmiş, biz oluruz lâl.

(Göz)ümüzden duyar, bilen, sözünü:
Kalblerden kalbedir, (Mânâ)nın ünü;
Hayatların yolu: ardı ardına: (1)
Bilmiyen göremez, dönmeden yönü.

Bu kadar söylenen: sâde (Bir Nokta);
Anlamıyanlara, çok büyük hatâ;
İşâret edildi, bütün ruhlara;
Rumuz değil midir, o Âdem Ata?

Gelip de geçmemiş; her dâim diri,
(Mânevî Secde)nin, dâim minberi;
Onu seyreyleyip; dâim görene
Yüzünü gösterir, verir haberi.

(Emre) âşık oldu, çıktı meydana,
Âşık, onun için, bütün insana;
Gönlünün başını, koydu, kaldırmaz,
Feda eylemiştir, sevince, O'na.

Zapteden : Vasfiye Değirmenci
Saat: 16.50 


(1) "Hayatın yolu, arkaya doğru, kıçın kıçın yürüyerek"tir. 

31.12.1953



Aşk, bize etti neler...
Buna tutulan, tövbeler;
İki kaşın, dört kirpiğin,
Benim ciğerimi deler.

Dost elinden verir haber,
Gelen, haberle beraber;
Kimin gönlüne girerse,
Benliğinden koymaz eser.

Kanca takar, ettirir lâl,
Bu dünyayı görür hayâl;
Aşk ateşinde yananda
Olur mu günahla vebâl...

Kül olanın, kalmaz resmi,
Sâde bir renk olur cismi;
Çok dillerden bed söylenir
Yüzünü görenin ismi.

Bilen, geçiyor kendinden,
Geçip, yürüyor, bu dinden;
Cümlesine tatlı bakar,
Kim, yıkanır kibrü kinden.

Âşıkta olur mu gurur...
Eğer olsa, olur mâzur; (1)
(Emre) dünyayı unuttu,
Sevdiğine karşı durur.

Zapteden : Suphi Kükürt, Mehmet ve Ekrem Özhatay, Aziz Lâyık, Salih İnan, Ş. Kutkan
Saat: 22.40 


(1) Mazur = kör. 

31.12.1953



Pervâneler gibi döner,
Bu aşktan verirmiş hüner;
Mevlânın yaktığı ateş,
Ne biter ve ne de söner.

Dönerek kıvılcım atar,
Temiz gönüllere batar;
Senin aşkına tutulan,
Ne uyur ve ne de yatar.

Yüzünü gören, unutmaz,
Başka bir sevdâyı tutmaz;
Aşkın, isâbet edeni,
Her dâim yakar, uyutmaz.

Aklını takmaz canına,
Bir hâl getirmez yanına;
Sende sallanan bu zilfin. (1)
Takılırsa gerdanına.

Tutturdu, ne etti bizi...
Tâkîbettiriyor izi:
Âşık gözünden akan yaş,
Doldurur nice denizi...

İçen, vermez cana kıymat,
Dimağında bulunmaz tad;
O deryada kim ki yunur,
Bulur hiç ölmedik hayat.

Aklı bilmez, söyler dili,
Anlamıyan, diyor: deli!
Mevlâ ile bir olanın,
Görünüşüdür delîli.

Bu dünyâyı eder zıyâ,
Bir renk eder, koymaz boya;
(Emre) kendinden geçince,
Sevişiyor doya doya.

Zapteden: Suphi Kükürt, Mehmet ve Ekrem Özhatay, Aziz Lâyık, Salih İnan, Ş. Kutkan
Saat:22.55 


(1) Zilfin = Zülfün, saçın. 

31.12.1953

İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI Kitap: 2         SAYI:   551 -  560 Bu evin bitmez işi, Çalışsa da çok kişi; Dünyâları arasan, Bulunmaz ...