31 Temmuz 2017 Pazartesi

Hz.İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI
Kitap: 2             SAYI:     61 -   70

İnsanın yüreği, benzer yüzüne,
İçinde görünen: kendi, gözüne;
Herkes sevdiğini, durmaz zikreder,
Hâlini bilmeğe: bakın sözüne. (1)

İnsanın aynası, yine insandır,
İçini gösteren: diyen lisandır;
Kiminin dilinden, Rahman nutk eder,
Nefsine uyandan, söyler: Şeytandır.

Aşka tâbi olan, alır ilhâmı,
Dostunu zikreder, dâim kelâmı;
Beyin; mîde gibi, durmaz çalışır,
Zorca hazmedilir, kelâmın hamı.

Akılın hazmına, derler: tefekkür,
Hak tecellî etse, zanneyler küfür;
(Cibrîl)e emretmiş: Meryem burnuna,
Hem de kulağına, yetiş de üfür!

(Îsâ) varlığına, olmuş hâmile,
Esrâr-ı İlâhî, gizlenmiş dile;
Ne kadar âşikâr, eylese bilen,
Bu (İlmi Ledünnî), söylenir böyle.

Kitaptaki hurûf, kâfi gelmiyor,
Söyleyip işitmek, herşeylerden zor;
Bu (İsmail Emre), aşka bürünse,
Her canlı mahlûktan, ediyor zuhur.

Olmuş, cana taksim, binbir sıfâtı,
İnsana verilmiş, sevilen (Zât)ı;
Seyredip görmüştür, bu hâli (Emre),
Geri teslim etti, bütün hayâtı.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:21.15 


(1) Bir insanın hâlini bilmek ve anlamak için sözüne bakın. 

28.5.1952


Küreden büyüktür, sendeki beden,
İçinde mevcuttur, her türlü mâden,
Görür de bilirsin, uyanırsan sen,
Sana bildirmiyen, sendeki gurur.

Semâda uçarsın, yerde gezersin,
Deniz diplerinde, suda yüzersin,
Hemi İlyas, hem de, Hızra benzersin,
İnsandan ne ilim, ediyor zuhur... (1)

Sen bu mâdenlerden, kanat açarsın,
Ona hayat verip, gökte uçarsın,
Sen seni bilmezsen, böyle nâçarsın,
Sana hicâbolan, nefsinde durur.

İlimler güneşi, Mağripten doğmuş,
Bilginin zıyası, cehiller boğmuş,
Yarasaya zindan, neden gelir hoş?
Bilenleri tenkid, ediyor mâzur. (2)

Bir söz denmiş; duyan, eylemiş kayıt:
(Allemenî harfen, sayyerenî abd); (3)
İnsâfın var ise, sen işit zâhit!
Azap çekmiyor mu, seyreyle, mağrur?

Aklından def'eyle, Cini, Şeytanı,
Neden mahkûm etmiş, verilen canı?
Gözlerini aç da, Dostunu tanı,
Gönlün bir saraydır, Rahman oturur.

Nefsinden kaldır, at, bütün illeti,
(Rabbül'âlemîn)dir, sev her milleti, (4)
Kimse inkâr etmez, hiç bu âyeti,
Eğer anlaşılsa: akıllar durur.

(Emre)! anlıyanın, ömrü sökülür,
Ne kadar dik olsa, boynu bükülür,
Benliği terkeyle: günah dökülür,
Senin söylediğin, (hâl) ile olur.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:11.30 


(1) İnsanoğlundan ne kadar çok ilimler zuhur ediyor.
(2) Bu kelime, halk dilinde (Kör) mânâsına kullanılır.
(3) Hazreti Ali'nin bir sözüdür: (Bana bir harf öğreten kimse, beni kendisine köle yapmıştır.)
(4) (Rabbül'âlemîn = Bütün âlemlerin, herşeyin ve herkesin Rabbı). 

29.5.1952


Hayat bir rüyadır, bellisiz günü, (1)
Geldiği yeredir, insanın yönü;
Bilinmedik ele, durmadan yürür,
(Yarın) idrâk olmaz, hatırlar (dün)ü.

Hayatını bilmez, çok eyler teşviş,
Ölmiyecek gibi, durmaz, tutar iş;
Dünya bir pencere, her gelen bakar,
Bütün buna benzer, gelişle gidiş.

Hani, nere gitti, Hazreti Âdem?
(Hâbil, Kaabil) diye, ederdi sitem;
Bu fânî dünyanın, önüyle sonu,
Baştanbaşa dolu, azapla elem.

İkinci babası: o Nuh peygamber,
(Dünya Tûfânı)ndan, o verdi haber;
Gemisini yaptı, kurtarmak için,
Her cinslerden aldı; kendi beraber.

Eyyup peygamberdi, sabır sultânı,
Burda teslim etti, verilen canı;
O da terkeyleyip, bırakıp gitti,
Gafil olanlara, fâni cihânı.

Gelip de geçmiştir, nice Süleyman...
Arkada kalmıştır, bu devrü zaman;
Birçok devreyleyip, dolmuş, boşalmış...
İki kapılıdır, tılısımlı han.

Çok uzundur... Hani, Hazreti Ahmed?
Geldi, geçti; dedi: Yarabbî, ümmet!
Durmadan söylüyor, işitenlere,
Kulağı açıklar, alıyor himmet.

Dünya bir ejderha: var yedi başı,
Gelenlerin vurur, beynine taşı;
Gafiller gülerek, (benim!) zanneder,
Giderken rehberi: kendi gözyaşı.

İlk sözü, doğanın: dâim ağlamak,
Ayak bastığı yer: bir kara toprak;
Bir elden bir ele sürünür, gelir,
Hareketsiz olur, el ile ayak.

Terkettiği yerden, kalmaz haberi,
Gelir de dönemez, bir dahi geri;
(Emre)! anladın mı, bu esrârı sen?
Hiç geriye dönme, dâim ileri!

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:7.45 


(1) Bellisiz = Belirsiz. 

1.6.1952


Açmış diken üstünde gül,
Dolaştı, çözülmez gönül;
Beni eğer tekdir etse,
Ben sanırım öttü bülbül.

Unuturum bütün gamı,
O gün ederim bayramı;
Neşe ile dolar gönlüm,
Dostum gönderir ilhâmı.

Teslim olur ona dilim,
Söyleyen O; ben değilim.
Gülüşünü seyredersem,
Tutulur ayağım, elim.

Teslim olur bütün âzâm,
Bozulur (farz) ile (nizam);
Anlamıyan, (küfürdür!) der,
Kudretim yok, nasıl bozsam...

Giriftar oldum hâlına,
Feda oldum hayâlına;
Ben âşıkım; gönül vermem
İki dünyanın malına.

Bütün varlık, oldu bir ân,
Bende kalmadı hiç derman;
Sevgilime kavuşunca,
Bilmem nerde dînü iman...

Kalmadı bir tarafa yol,
Anlaşılmaz sağ ile sol;
(Emre)! kim ne derse desin,
Herkesler hâlından mes'ul.

Zapteden: Vasfiye Değirmenci
Saat:7.20 




9.6.1952


Durmadan yağıyor, gamın yağmuru,
Ciğerim yanıyor, her taraf kuru...
Beni öldürmek mi, aceba zoru?
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...

Herkesi severim, ederler ikrah,
Mevlâya danıştım: değilmiş günah;
Ezelden yazılmış, bu bahtı siyah...
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...

(53) yıl geçti; bir âna benzer,
Bâzı ferah, bâzı, hicrâna benzer,
Bâzı elem, bâzı, ihsâna benzer;
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...

Bir dem gelir, Arşı, ettirir seyran,
Yüzünü açar da, olurum hayran;
Çekilip; içime, dolduruyor kan...
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...

Dikenleri döşer, âşık yoluna,
Sever, zahmet verir, kendi kuluna,
Bâzı, muhtaç eder, birtek puluna;
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...

Sever de çok verir, derd ile mihnet,
Lûtfedecek vakit, ettirir zahmet,
Yetmişiki çeşit, gönderir illet...
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...

(Emre)! böyle geçti, ecdâdın senin,
Sonunda anılır, bu adın senin,
Çok şükür, verildi, murâdın senin;
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:22.30 




10.6.1952



Attığım adımlar, geride kaldı,
Arzu ile emel, bütün hayaldı;
Çok şükür, bu gönül, (Yâr)i bilince,
Bir dahi ayrılmaz, zevkine daldı. (1)

Hiç tekrar gam tutmaz, olmuştur ferah,
Eski hallerinden, bulunca felâh;
(Dost)unu bulmıyan, olur mu iflâh...
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.

Bu hayat yoluna, yürünmez tekrar.
Seni halkeyliyen, eylemiş karar;
Bu hâli bilene, yürümek yarar,
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.

Sevgilini seyret, zevkine (2) daldır,
Kimseler anlamaz, böyle bir haldır...
Nefse mahkûm olma, sakın, deccaldır;
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.

Âgâh olanlara, hâl âşikâre...
Onlar canlarını, satmışlar (Yâr)e,
Gözü, gönülleri, dikik (Dîdâr)e;
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.

Onların kalbleri, nur ile dolmuş,
Gönülleri vîran: defîne olmuş,
O zıya altında, renkleri solmuş...
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.

Onlar bu dünyaya, vermezler kıymat:
Mekânları, olmuş, ebedî hayat;
Onları bilmiyen, olmuş, der, murtad; (3)
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.

Gönülleri çıkmış, (Arşı Âlâ)ya,
Başları değiyor, dâim bâlâya,
Ayakları basmış, alçak dünyaya;
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.

Dünya, âhirete, olmazlar mahkûm,
Hep diri olmuşlar, bilmezler ölüm,
Kur'anın esrârı, olmuştur mâlûm:
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.

Ayrılıp gelmezler, (Dost)un elinden,
Alıp da içerler, onun elinden;
Bu (Emre) söyledi, (Ankaa) dilinden:
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:7.30 


(1) Emre, birinci dörtlükten sonra âlemi farka geldiği için, birinci ile müteâkip dörtlükler arasında kafiye tertibi bakımından fark vardır.
(2) Senin zevkine.
(3) Murtad = Mürted. 

25.6.1952



Tekâmül eyleyince yaş,
Ağarırsa sakalla baş,
Yönün toprağa doğrudur,
Ne kadar olursan tıraş. (1)

Îkaz eder seni, yüzün,
Cihana seyreden gözün;
Hâlini âşikâr eder,
Ne kadar saklasan, sözün.

Bu bedene etme minnet,
Bak hâline, sen al ibret;
Hayat misafirdir, gider,
Her ne kadar etsen izzet.

İyi anla: sensin yolcu;
Toprağadır ömrün ucu;
Gel! deyip çağırırlarsa,
Kimselerin yetmez gücü.

Emir, Hudânın dilinde,
Bu ömrün ipi elinde;
Vakıt gelirse, O çeker,
İyi bak, bağlı belinde. (2)

Uyan, et (ıskat), (vasiyet):
Dünyada kalmasın niyet;
Teslim ol sen diri iken;
Azrail eder eziyet.

Burada bitsin pazarlık,
(Emre)! gözünü aç, ayık!
Gel! emrini işitirsen,
Seyredersin alık alık.

Hiç bırakma bir dakanak,
Sadece (Dost) yüzüne bak;
Öl de diril: senin kanın
Her daim desin: Enelhak!

Zapteden: V. Değirmenci.
Saat:7.25 


(1) Bu doğuş, Emre tıraş olmak üzere aynaya baktığı sırada doğmuştur.
(2) Senin belinde. 

6.7.1952



Seni arar iken, ben oldum gaaip,
Kimlere sorarsam, ediyor tâyip;
Tabiat kanunu, böyle kurulmuş:
Büyüyen, küçüğe, oluyor sahip.

Canda bulmuş iken, gözlerim arar,
Kalbimde gezerken, lisanım sorar;
Vuslatın lezzeti, hasretindedir:
Âşıklara, yanmak, edilmiş karar.

(Nokta)da dururum, aklım dolanır,
Ciğerim kan ağlar, gözüm sulanır;
Bu aşkın tarifi, hiç edilmemiş,
Anlayım diyenin, fikri bulanır.

Öyle bir ilimdir: yoktur tahsili,
Tarif eyliyenin, tutulur dili;
Âr ile varlığı, tepeliyenin,
O nurdan kaleme, uzanır eli.

Beyin kâğıdına satırlar dizer,
Okuyup yazanlar, mevtâya benzer;
Tahsil eyliyenin, okulu: makber;
Kabrin dört yanında, cenaze gezer.

Dünyalar, oluyor, bilene düşman,
Açmak istiyenler, oluyor pişman;
Orada yok olmuş - seyreyle (Emre)!
Hayâli görünür - nice yüzbin can... (1)

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat: 23.30 


(1) Emre! seyret: orada nice canlar yok olmuştur... Şimdi onların ancak hayalleri kalmıştır. 

13.7.1952


Yerli yerincedir, seyran bizimdir,
Diri hayat bulduk, devran bizimdir:
Biz bu hasta aklı, ettik tedavi,
Kimsenin hakkı yok, derman bizimdir.

Kim ne derse desin, îman bizimdir,
Önde devreyliyen, zaman bizimdir;
İçten içe yürür, her göz göremez,
Mevlâyı bildiren, irfan bizimdir.

Ona bu can kurban... Edâ eyledik,
Bildik, kendisine, feda eyledik;
Katramızı, nurdan, attık deryaya,
Nefse hâdim iken, Hudâ eyledik.

Devre gören gözü, âmâ eyledik, (1)
Doğru görünüşü, semâ eyledik;
Bilmek istiyene, bu hazineyi,
Nice bin gözlerden, îmâ eyledik.

Tekâmüle doğru, her yeni nesil,
Geride kalmıştır, olanlar cahil:
(Emre)! sen yönünü ileri dönder,
Arkada kalan hâl, oluyor zâil.

Zapteden: Hâfize Akiz.
Saat:9 


(1) Devre = Ters, kötü, yanlış mânâlarında kullanılır. 

18.7.1952


Dükkânda olsaydık, içerdik kahve,
Hasret oluyoruz, gelince eve,
Kavrulurken kokar, şehire, köye,
Tiryâkiler bilir, onun tadını...

Herbirinde vardır, bilinmez lezzet,
Allah neler etmiş, kuluna himmet...
Kimine bol verir, kimini hasret...
Tiryakiler bilir, onun tadını...

Lezzet verir; bilmez: zengin, fukarâ,
Nice rengi vardır, görünür kara,
Siyah don giyerek, görünür (Yâr)a,
Tiryakiler bilir, onun tadını...

Kavrulurken, olmuş, tavası: Seyhan,
Ateşi (Aşk)tandır, kavuran: Rahman,
Dünyaları gezer, neşrolan duman,
Tiryakiler bilir, onun tadını...

O, Âdem'denberi, devreder gelir,
Bu kahve tadını, içenler bilir,
Hâlini bilenin, boynu eğilir,
Tiryakiler bilir, onun tadını...

Etten, tenden yapmış, kahve kabını,
Gönüllere yazmış, her kitabını,
(Emre) işitmiştir, o hitâbını,
Tiryakiler bilir, onun tadını...

Zapteden: Hâfize Akiz
Saat:16 




18.7.1952

24 Temmuz 2017 Pazartesi

Hz.İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI
Kitap: 2              SAYI:    11  -   20

İçme için çıktık, yola, ulaştık,
Dereleri gezdik, dağlar dolaştık;
Korkma! deriz, duymaz, bizim hanıma,
Sözü dinlemiyor, nidelim, şaştık.

Ne kadar söylersek, duymaz nasihat,
Aklı da, fikri de, bulmadı sıhhat;
Teslim olmayınca, bir can, Hudâya,
Nefisten kurtulmaz, bu nazlı hayat.

Işığı bulunca, İçme'ye vardık,
Bu nefsin elinden, canı kurtardık;
Derdimize deva, aramak için,
Hayat Sahibini, bildik, yalvardık.

Çokları bulmadı, bu derde devâ:
Can, ten bahasıdır; değil bedâva;
Dünya gibi değil, Dostumun yurdu,
Ateşten yapılmış, yanar bir yuva.

Yok olmadan, etmez, kimse tahammül.
Yaklaşınca yanar, dayanmaz gönül;
Açan gülün rengi, neden kırmızı?
Onun için öter, görünce bülbül.

Aşkı artırınca, duramaz dili,
Etrafında görmez, âlemi eli;
Esip söyletiyor, (Âşık Emre)yi
Bâdisabah denen, seherin yeli.

Zapteden : Şevket Kutkan
Saat : 19.30

Mersin İçmesi'ne giderken otobüste ve otobüs hareket halinde iken doğmuştur. 




1.9.1951

Gelip geçenlerden, aldın mı ibret?
Gafletten uyan da, ibretle seyret,
Sen de onlar gibi, eyleme minnet;
İbret ile görüp, duymadın mı sen?
Durmadan seversin, doymadın mı sen?

(Emre)! dediklerin: bağsız merdivan,
Önü tatlı durur, bir ucu viran,
Durmadan seversin, Mevlâdan utan!
İbret ile görüp, duymadın mı sen?
Durmadan seversin, doymadın mı sen?

Anan, baban, deden, nereye gitti?
Ömür iplikleri, sarıldı, bitti,
Bu gafletten gayrı, acep ne etti?
İbret ile görüp, duymadın mı sen?
Durmadan seversin, doymadın mı sen?

Seni aldatıyor, haramla helâl,
Dört köşeye bak da, sen de ibret al,
Neresinden tutsan, her yanı vebâl..
İbret ile görüp, duymadın mı sen?
Durmadan seversin, doymadın mı sen?

Gelmiş, geçmiş birçok, yiğitle dilber,
Burda yaşamışlar, onlar beraber,
Bu zalim dünya da, vermemiş haber..
İbret ile görüp, duymadın mı sen?
Durmadan seversin, doymadın mı sen?

Önü diriliktir, son ucu ölüm,
Her zerresi, eder, ölmeden hücum,
Kendisi dikendir, diyor: Ben gülüm!
İbret ile görüp, duymadın mı sen?
Durmadan seversin, doymadın mı sen?

Altı köşesinde, kurulmuş tuzak,
(Emre)! kurtulmazsın, basarsan ayak,
Eğer göremezsen, sana müstahak!
İbret ile görüp, duymadın mı sen?
Durmadan seversin, doymadın mı sen?

Zapteden : Şevket Kutkan
Saat : 20.00

Mersin İçmesinden dönerken otobüste ve otobüs hareket halindeyken doğmuştur.




2.9.1951


Devir döner, olur tebdil,
Anlatamaz onu her dil; (1)
Geri kalmaz, hep ileri..
Değişilir, olur zâil.

(Küllü hâlin) olur (zâil):
Gözönünde bu (İsmail);
(İlim) gelip oturunca,
Yaklaşamaz oldu (cehil).

Arkasında bu tatlı (Hâl):
Aklın gıda aldığı bal..
Mümkün değil tarif etmek,
Bulamamış kimse misal.

Anlatamaz asla hurûf,
Söylemiştir nice (ma'rûf)...
Tarif etsek gizleniyor,
Görünürse, ederler havf.

Tâ ezelden budur âdet:
Başlangıcı: her ibadet;
Akıl, daim korkak durur;
Misâl: Cibrîl, hem Muhammed.

(İlim) görmez o Dilber'i,
Hiç göremez: çok ileri;
Etmeyince (Aşk) tecelli,
Yürüyemez, kalır geri.

Sen söyledin (Emre); sen duy:
(Aşk)tan gayri her haller: (huy);
O âleme üryan yürü,
Nefsin giymiş, sen var da soy.

Zapteden : Neş'e Emre
9 Eylül 1951 Saat : 9.20 


(1) Radyoda İngilizce dersi verildiği sırada doğmuştur. 


Gözümü açtım ki: hayat bir zindan..
Karanlık eyliyen: içindeki kan;
Bir bulut görünen: bu benlik imiş,
Bu varlık gidince, eyledin hayran.

Kendimden geçince, söylen dilimden,
Söyletmezsen, gelmez, bir şey elimden;
Her yanım sen oldun, görünce seni,
Sen zuhûr eyledin, gözler selimden.

Yaklaşınca, oldun, dilim, dudağım,
Teslim oldu sana, elim, ayağım;
Kendimden geçince, bildim, anladım:
Seninle muhittir, kanımla yağım.

Bundan sonra demem, ben kendime ben!
Eğer ben! der isem, neredesin sen...
Yarab! bu ne hâldir, fâni doluyor
Cemâlinden senin, bir ışık gören.

Senden ayırdın da, gurbete saldın,
Âlem fâni oldu, sade sen kaldın;
(Âdem) gibi (Emre), feryad edince,
Kucaklayıp, geri, kendine aldın.

Zapteden : Fuzûle Emre
23 Eylül 1951 Saat : 8.30

Emre, bu doğuşu, tıraş olurken söylemiştir. 



Bazı senlik, benlik... Kesret midir bu?
Bazı ne sen, ne ben.. Vahdet midir bu?
- Bir ilimdir, hem hâl, etti tecellî -
Bazı ayrılıktır.. Hasret midir bu?

Bazı bir taş olur, çok çeker azap,
Bazı bir (Baş) olur, çok alır hitap;
- (Kitâb-ı Kâinât), böle okunur -
Bazı yoldaş olur, ref'olur nikap.

Bazı ayrı görür, döner de sever,
Ona âşıklara, durmadan över;
Sıkıntıya düşer, bir dem, şaşırır,
Gönül, taşlar alıp, kendini döğer.

Gamı hazmeyleyip, çok olur ferah,
Hâl tekâmül eyler, hitam bulur (âh);
Bazı zindan olur, yolunu görmez,
(Aşk Güneşi) doğar, olur tam sabah.

Öyle bir âlemdir: gündüz, gecesiz..
Gözönüne çıkar, (Dost)a giden iz:
Tecelli edince, (Mâşukun Yüzü),
O vakıt görünmez, sizler ile biz.

Gayetle düz olur, mağriple maşrık,
Aranılan (Cemâl), o vakıt açık.
Tarif ettin (Emre)! gösterdin (Yüz)ü;
Körler geri dursun, seyretsin âşık.

Çünkü onlar bilmez, mal ile melâl; (1)
Kimseleri, o hâl, ettirmez visâl,
Ehli olmıyana, tarif eyleme,
Seher âşıkları, seyretsin: helâl!

Korkar, yaklaşamaz (ahlâk deccalı),
Görür, tanıyamaz, (dünya hammalı);
(Emre) taksim eder, hak sahibine:
Kimselerin değil, (yetim)in malı.

Zapteden : Fuzûle Emre
29 Eylül 1951 Saat : 18.30 


(1) Mal menâl : mal mülk. 


Anlatmak isterim, gayet derindir,
Dost'u seyreyledim, kalbim serindir;
Her gördükçe artar, (Aşk) ile (Şefkat):
Gözlerim ağlıyor, suyunu dindir.

Âhıma dayanmaz, çok cesim dağlar,
Dışarım güler de, içim kan ağlar;
Mağrip ile maşrık, olsa aramız,
Dostum, sûretini, gönlüme bağlar.

Gündüz hayâlimde, geceleri düş,
Güneş şavkı gibi, kalbime düşmüş;
Üçyüzbin peygamber, değer, âşıka
Yüzünün devrini, bir kerre görüş.

Birçokları yıkar, Onun için put,
Arkasından çıkar, onlara (Mâbûd);
Fâş etti esrârı, gözlüler! görün!
Gözü görmiyene, neylesin Mahmud...

Hiç durmadan eder, bakın, işaret;
Ona kavuşana, işte beşâret...
Neylesin bu (Emre), eğer olmazsa
Bakıp dinliyende, hiç kabiliyyet...

Yârabbi! onlara, sen perdeyi aç,
Bütün bu yaraya, sendendir ilâç.
(Emre) bundan başka, varlık istemez:
(Kul)a göstermekten, başka bir kazanç.

Zapteden: Fuzûle Emre,
Saat:8.15 




7.10.1951


Devirden devire, döner bu hayat,
Çok sür'atli gider, yetişemez at;
Kimseler bilemez, gittiği yeri,
Kimi leziz geçer, kiminde yok tad.

Kimisi giderken, eder şikâyet,
Kimisi bilir de, eylemez minnet;
Bin yıl sürer ise, hepisi bir ân... (1)
Uyan gözüm, uyan, ibretle seyret.

Kimi görür geçer, kimisi gafil,
Birçokları döker, bildirmeğe, dil;
Yol sonunu bulsa, hep toprak olur:
Az yaşıyan böcek, çok yaşıyan fil.

Bunları görmeğe, lâzımdır (İrfan);
Onlar görüp eder, hakikî îman;
Hayvan için yoktur, tekrar bir hayat;
Dünyayı değişir, dirilir (İnsan).

Orda mala, mülke, yoktur ihtiyaç,
Daim gıda verir, vardır bir (Ağaç);
Göz ile kulaktan, gıda alanlar,
Onlar tok olurlar; kalırlar mı aç?

Daim meyva verir, (Bilgi Ağacı),
Bu gaflet derdinin, odur ilâcı;
Yiyen, veren bilir, onun tadını,
(Emre) tarif eder: değildir acı.

Zapteden: Fuzûle Emre.
Saat:10.30 


(1) (Bin yıl sürer ise) ifadesi Adana ağzında (bin yıl sürse bile) yerinde kullanılmaktadır. 

8.10.1951


Aklın varsa gönül! eyleme keder,
Bu hayatın yolu, böylece gider;
Birçokları Haktan, bilir herşeyi,
Bâzıları der ki: eyledi kader.

Bu âleme gelen, bir yere yolcu;
Aklı olan, görür, söylenen (Burc)u;
Yaradana varır, sabreyle, seyret,
Başladığın yolun, mutlaka, ucu.

Herşey kendisinden; eyleme merak,
İraden var ise, sen ona bırak;
Benim! diyenlerin, yolu karanlık,
Eğer öldürmezsen, olur mu berrak?

İyi düşünürsen: ne gelir elden?
Bilinğ mi? Söylenir, nutk eden dilden; (1)
Yaradandan iste, her murâdını;
Söylediğin, olmaz, başka bir elden. (2)

Ahvalini (3) Ona, sen eyle teslim,
Bundan başka yoktur, (Tekâmül İlim);
Sen nefsin eline, (Emre)! bırakma;
O, kimleri acep, eylemiş sâlim?

Gözünü açanın, varır da kapar,
Yürüdüğü yola, çok sedler yapar;
Âmâya görünen: daim karanlık,
Gözü açıklara, Dost, eder par par.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:9.45 


(1) Bilinğ mi? = Bilir misin?
(2) El = Yabancı, başkası. Başka bir kimseden.
(3) Sen kendi ahvalini, senin ahvalini. 

9.10.1951


Hizmet eder daim, küçüğe büyük;
Kanunudur: bilmez, neyleyim, küçük;
Şefkat zor... görünmez, bir tılısımdır...
Böyle taşınılır, bu ilâhî yük.

(Ekilip yetişen, ağaç)tır misal:
Her taraftan büyür, kendisinden dal;
Kökünden haberi, olmaz onların...
Hizmet tatlı gelir, olmuştur hammal.

Bâzısına baksan: ortası çürük,
İçerisi boştur, dışı da büyük;
Yaprağı yetişir, daim zevk eder;
Kendisine baksan: çirkin bir kütük.

Üstünün, altından, yoktur haberi;
Kendi bed görünür, besler Dilberi;
Topraktan, gıdayı, alır da verir,
Çektiği emeğe, etmez kederi.

Böyle böyle geçer, ilâhî ahvâl;
Onlar bu şefkatte, eylemez ihmâl;
(Emre)! iyi seyret, etme şikâyet,
Şefkat böyle olur, gör de ibret al.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:10.45

Bu doğuş, Emre'nin kızı Hâfize Akiz'in, hasta olan çocuğu için, ağlaması üzerine doğmuştur. 




9.10.1951


Acep bu dünyada, kim rahat bulmuş?..
İçine düşenler, hep esir olmuş;
Teslim olan hayat, (1) zindana benzer,
Eğer olsan insan, eğer uçan kuş.

İçine düşenler, çekiyor azap;
Fakat hoş görünür, uzaktan serap;
Hayvan duymaz, bütün, insanlaradır,
Tevrat, İncil, Kur'an, ediyor hitap.

Dünya zindan olur, işitilirse;
Elini uzanmaz, duysa bir kimse;
Bu da bir tılısım, akıllar ermez;
Eli ile girer, bu ten kafese.

Esrarla kitlidir, onun kapağı,
Durmadan yanıyor, her dört bucağı;
Kanınan kaynıyor, canın gıdası; (2)
Gözünen görünmez, yanan ocağı. (3)

Tedavi edilse, dirilmez ölü:
Kimler yakabilir, görünen külü?
Bütün oyunları, oynıyan sensin:
Mühürledim, dersin, göz ile gönlü.

İnkâr edemezsin, meydanda âyet...
Kimden kime olur, acep şikâyet?..
Affeyle suçumu, ben bir toprağım,
Şimdi diri isem, ölü nihayet.

Kulun zapt eylemiş, edemenğ inkâr; (4)
Kuvvetler senindir, birçok âyet var.
Derde düştü (Emre), inler her dâim,
Kulların ilâçı, eylemiyor kâr.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:11.50

Not: Bu doğuş, Emre, torunu Kutay'a ninni söylerken doğmuştur. 


(1) Bize teslim ve emanet edilen hayat.
(2) Kanınan = Kan ile.
(3) Gözünen = Göz ile.
(4) Edemenğ = Edemezsin. (Kur'ânı kulların zaptetmiştir; binaenaleyh, söylediğin sözü inkâr edemezsin.) 

9.10.1951

16 Temmuz 2017 Pazar

Hz.İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI
Kitap 1           SAYI :    1161 - 1170

Bilinir mi bu esrar...
Görülmüyor âşikâr;
Her göze görünürse,
Çoğuna eder zarar.

Kimisinden açar gül,
Kimisini eder kül;
Eğer maya olmazsa,
Nasıl etsin tenezzül...

Bilgisine vardır had,
Görünse, eder feryat;
Anlıyan, kimselere
Hiç bulamaz kabahat.

Lâzım yerli yerince,
Anlaşılır görünce;
Her tarafı sarmışken,
Görünmez, gayet ince.

Seyredenler gayet az,
Çok azı almış muraz;
Çok tarif eyliyene
Niceler etmiş garaz.

Nolmuş ötedenberi...
Göstermişler Dilberi;
Nice Hakka uyanın
Söyleniyor eseri.

Şimdi almıştır meydan,
Lûtfeyleyince Rahman;
Bu (Emre) anlayınca,
Ona teslim etti can. 





27.8.1950


Eğer bildi isen, nedir teşvîşin?
Acep elinde mi bitmiyen işin?
Anadan doğup da ölene kadar,
Kimler toplamıştır rızkını peşin?

Sen doğmadan, doğmuş bütün gereğin;
İsyan etme, olmaz senin dileğin;
Allah için çalış, göreyim seni,
Korkma, gaib olmaz senin emeğin.

Kimselere seni eylemez muhtaç,
Yarattığı kulu hiç koymuş mu aç?
Her yanlara muhit seni yaratan;
Deftere, kâtibe yoktur ihtiyaç.

Derler: sağda, solda yazıyor melek,
Kime nasibolmuş onları görmek?
Dilinden söyliyen, gözünden gören,
Gayrisi değildir, dönderen Felek.

Günahı, sevabı kendin yazarsın,
İster doğru olur, ister azarsın;
(Sırâtün Müstakim): yürüdüğün yol;
Gaflete dalıp da döner, bozarsın.

O yoldan yürüyen, Dost'a ulaşır,
Yüzünü seyreder, gözü kamaşır.
Düşünürsen ele bir zerre fena,
Senin ayağına gelir, dolaşır.

Yürüdüğün yolun sahibi Settar,
Niyet edenleri kendisi arar.
Kuyu eşer isen, sana göre eş,
Küçük eşer isen kendini sıkar.

(Emre)! sen düşünme kimseye fena,
Döner, nasibolur o haller sana;
Kullarına eğer doğru bakarsan,
Mutlak kavuşursun şüphesiz ona. 





9.9.1950


Ölüyü ziyaret eder dirisi... (1)
Göründü ileri, hem de berisi;
Yetiştirdin, ektin, harman olmuştur.
Görünecek birgün onun gerisi.

Dört yanına taştı ektiğin mahsul,
Kimisi reyhandır, kimisi de gül,
Biz kabrini toprak, taştan ararız,
Bildik: mesken oldu arıyan gönül.

Seni sevenlerde edersin karar,
Bilenler, kendinden, dönüp de arar;
Seni bilmiyenler, insan görürler,
Hem Settarsın, bildik, hem dahi Gaffar.

Her gözlerden görür mâneviyyetin;
Kolay gibi durur, anlamak çetin;
Bir devre gelir de olur âşikâr,
Yürüyüp geçilse bütün hikmetin...

Toplandık, geldik de ettik ziyaret
Cümlesi zarardır, budur ticaret.
Bu (İsmail Emre) gece ve gündüz,
Halil! seni, durmaz eder işaret.

Namrun: 



(1) Bu doğuş, büyük mutasavvıf Halil Develi'nin (Çuvalgı) daki kabri ziyaret olunduğu sırada doğmuştur. 

22.9.1950


Senindir bütün hüküm,
Dirilik, hem de ölüm;
Senden gayri bulmadı,
Çok aradı bu gönlüm.

Vardı da oldu teslim,
Bulunca, oldu salim;
Bilinmez bu hâl nedir?
Anlıyor (kalbi selim).

Bulmadan etmez karar,
Ruhsat verdin sen Gaffar!
Biz can içinde bulduk,
Bilmiyen, taştan arar.

Gönül, kendinde buldu,
İki cihana doldu;
(Emre) seyran edince,
Kendisinde yok oldu.

Namrun: 





22.9.1950


Düzmek lâzım arayı, (1)
Bulmak lâzım sarayı;
Nice can helâk olmuş,
Hep arayı arayı...

Birçoğu olmuş fani,
Terkeylemiş cihanı;
Kokulayıp doymuşlar,
Unutmuşlar reyhanı.

Çokları olmuş gözden,
Ateş olmuştur özden;
Yanıp seni arıyan,
Yol bulur yanan izden.

Her yandan alır ibret,
Yanarsa, olur kısmet;
(Emre)! sen âşıklarla,
Var, yüzüne seyir et.

Namrun: 



(1) Bu doğuş, Namrun'da Nemrud'un sarayında doğmuştur. 

23.9.1950


Sensin gözümüzde duran,
Viran gönüller dolduran,
Acep bu bilinmez hâl ne?
Cevap veren, sual soran.

Hükmün tutar (Kaf) tan (Kaf) a,
Kulak verinğ (1) daim (of!) a;
Alan sensin, satan sensin,
Müşterisin daim (sâf) a.

Sensin ana, sensin ata,
Sensin altun, sensin pota;
Aşktan ateşin yanıyor,
Altun, kendisini ata.

Saf olurlar eriyerek,
Süzülürler çürüyerek;
Âşikârsın, gizlenirsin,
Her gözleri bürüyerek.

Yarab! nedir bu esrarın?
İçindesin bütün vârın;
Seni görmek istiyene
Kuruludur daim dârın.

Hemen dönderinğ (2) Mansur'a,
Yüreğine yapanğ (3) yara;
Bilip bildirmek istiyen,
Bakmaz kâra, hem zarara.

Yarab! neden bu halin zor?
(Emre) sana tutar huzur;
Sen kalbine gelir gelmez,
Ortasına getirinğ (4) kor. (5)

Namrun: 



(1) Verinğ = verirsin.
(2) Dönderirsin = döndürürsün.
(3) Yaparsın.
(4) Getirirsin.
(5) Kor = Ateş. 

26.9.1950


Zarar gelmez divaneden,
İbret olur pervaneden;
Gönül! sen hiç ferah olma,
Harabolan viraneden.

Sağlam olsa her ne kadar,
Her taşında çürüklük var;
Bulunmaz bir saray olsa,
Birgün olur, çok olur dar.

Sana misal: bütün kale...
Dokunmuştur birçok ele;
İbret gözü ile seyret:
Koparmıştır çok velvele.

Nere gitti onu yapan?
Dört yanında görünür kan...
O sahibi gelsin, görsün:
Zaman gelmiş, olmuş viran.

Gelir miydi hiç aklına?
Oturdu mu kana kana?
Aman (Emre)! gönül verme,
Düşman olan bu cihana.

Namrun: 





27.9.1950


Senin âşıkın gülmez,
Senden gayriyi bilmez;
Etmez toprağa secde;
Hayran olan bükülmez.

Görür, nereye baksa,
Her âdeti bıraksa;
Gözünü ayıramaz,
Anlamıyanlar yaksa.

Misal: Nemrut'la Halil...
Söyler her yanlardan dil;
Zaman, kullar içindir,
O günler ayrı değil.

Görününce o Dilber,
Böyle alınır haber;
O vakıtla bu vakıt,
Bizim ile beraber.

Bütün zaman, bir andır,
Duyup diyen, bir candır;
(Emre)! âşıklar görsün:
Methedilen, üryandır. 





31.10.1950


Benim, her zerreden âciz,
Bilmediğim, oldu deniz;
Ben! diyemez, yok olanlar,
Ahmed daim der idi: biz.

Demiş idi: mâ arefnâk,
Olmuş iken herşeyden pâk;
Nefsi ile meşgul olan,
Benim! derse olur helâk.

Uyanan, yoğa karışır,
Varır, Dost ile barışır;
Uzakta gördüğün Şeytan,
Uyan, seninle yarışır.

Sen sakın, yürüme gafil,
Daim senden ayrı değil;
Ayık, eğer, düşman ise,
Sana, karınca ile fil. (1)

Büyük, küçük, yine hayvan;
Onları da muhit Şeytan;
(Emre)! sen seni yok eyle,
Yerine otursun Rahman.

Doğuş tarihi: saat:20.20 



(1) Ayık! aklını başına al! (düşmanın, ister karınca kadar küçük, ister fil kadar büyük olsun, düşman düşmandır ve sana düşmandır) denmek istenilmiştir. Mânâyı, bu kadar girift bir ifade içine fikir ve gramer hatası yapmadan gizliyerek o ifadeyi bir "muammâ" haline getirmek, tahsilsiz bir sanatkârın yapabileceği bir iş değildir. Bu iki mısraı okuyup, üzerinde düşündükten sonra bile anlamak kolay değildir; nitekim ben de bu mısrâlar üzerinde epeyce düşünüp, mânâyı çıkaramadıktan sonra, kendisinden, yani Yeni Yunus Emre'den bu mısraların mânâsını şerhetmesini rica ettiğim zaman, yukarıdaki izahı yapmıştı. O, bu şerhleri ve izahları yaparken de Allaha teslim olmaktadır; yani bu doğuşlarda ve onun ağzından çıkan şerhlerde zerre kadar benlik ve nefsaniyet yoktur. Yani bu doğuşlar, Kaynakçı Bay İsmail Emre'nin değil, doğrudan doğruya Hakkın kelâmıdır. Gönül istiyor ki her okuyan, buna inansın. 

12.11.1950


Şöhret için olan (Hicaz),
Cennet için olan (Namaz),
Rızalillâh hiç olur mu...
Onun her ikisi: mecaz.

Candan olmayınca (zekât),
Bu dünyanın malı: âdet...
Rızalillâh olmıyan hâl,
İblisliktir, ona lânet.

Çok yemek, olur mu (oruç)?
Mevlâ âşıklarına suç;
Muhammed Emin açlıkla
Dost yanına etti urûç.

Görmeden, olmaz (Şehadet),
Varmadan, olur mu himmet?
Hâkime yalan söylersen,
Mutlak sana eder hiddet.

Gönül! âşık ol da ulaş,
Bu (görüp duymak), olsun aş;
İki dünyayı terketmek,
İbadete olmuştur baş.

(Emre)! bunları sen unut,
Böylece yapmıştır Mahmut;
Muhammetten ayrılır mı
Âşıklara olan Mâbut...

Tarsus : Saat 20.35 te doğmuştur. 





25.11.1950

13 Temmuz 2017 Perşembe

Hz.İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI
Kitap : 1        Sayı :    1131 - 1140

(Emre)! bunlar gibi sen de sıbyandın,
Bir anadan doğdun, hem de üryandın;
Nice devir geçtin, geldin âleme,
İkinci doğuşta tekrar uyandın.

Sakın gafil olup bir daha dalma,
Kervan gelir, geçer, uyuyup kalma;
Bu yolların geri dönüşü olmaz,
Issız bucaklara bakıp da dalma.

Sen giden kervana yürü de ulaş,
Arkana bak, nice dökülmüştür baş...
Yetiş, aslın seni çağırmış iken,
Geride kalana olur mu yoldaş...

Otuz iki sene çekmişken emek,
Kabul olmuş iken dilenen dilek,
Avara etmesin dört yanındaki
Elvan elvan açan sihirli çiçek.

(Kuttâ-ı tarik) tir gördüğün suret,
Gözlerini aç da ibretle seyret;
Eğer dalar isen kokularına,
Dışları görünür, bilinmez siyret.

Elini uzatan, olur avara,
Onlar hail olmuş, bırakmaz Yâr'a;
(Emre), nice canlar tutulmuş, bakar,
Hayal denen zalim o inkisara.





8.3.950


Hiç kimsenin uymaz içi dışına,
Acep bilen var mı, gelir başına?
Durmaz hesap eder her kul boşuna,
Kendini yaratan Hâlik var iken...

Bütün halimize kendisi muhtar,
Kulaktan duyar da gözlerden bakar...
Boşboşuna insan canından korkar,
Kendini yaratan Hâlik var iken...

İbret ile bakıp olmalı ferah,
Her kula düşmandır bu malla matah,
Yazılmış, görünmez bu bahtı siyah...
Kendini yaratan Hâlik var iken...

Herkesler okusa, durmadan korkar,
Ağlar gözlerinden kanlı yaş akar;
O satır görünmez, kim yazmış, bakar,
Kendini yaratan Hâlik var iken...

Bilenler, bilir de eylemez teşviş,
Kendine aittir görünmiyen iş,
Bir emre bağlıdır gelişle gidiş...
Kendini yaratan Hâlik var iken...

Seni aldatmasın verilen rütbe,
Okuyup yazdıysan, benzer mektebe;
Anlıyan, ediyor bilmeğe tövbe...
Kendini yaratan Hâlik var iken...

(Emre) anlamıştır, kendi çok âciz,
Bildiği noktadır, gerisi deniz.
Yaradan bakidir, varlığı biziz...
Kendini yaratan Hâlik var iken...





8.3.950


Görünürse kaşlarının arası,
İyi olur yüreğimin yarası;
Her dillerden denir, kimse bilemez,
Vuslat edenlere mahsus orası.

Kendisinden geçer oraya varan,
Görür görmez, olur Sultan Süleyman;
O yaranın bulunmuyor cerrahı,
Görünüşü, âşık olana derman.

Hep sakiler ordan alır şarabı,
İçenlere kalkar Dostun nikabı;
O bir cami, göçüp hiç harabolmaz,
Dost eliyle yapılmıştır mihrabı.

Hep yapılan, yıkılır da o durur,
Her âşıklar varıp tutarlar huzur;
İki rikât, kim kılsa orda namaz,
Günahı affolur, hiç kalmaz kusur.

Varır varmaz, orda kirini yıkar,
Günah defterini orada yakar;
Dünya gibi cife denilmemiştir,
Alınmadık koku orada kokar.

Her ne kadar tarif etsek biter mi?
Medhetmeğe bütün lisan yeter mi?
Her köşede öter Zümrüdüanka,
Bülbül kuşu onun gibi öter mi?

Daim söyler, dinliyemez her kulak,
Acı gelir bilmiyene (enelhak!)...
Neyliyelim, yarasaya gelir hoş,
Işığı olmıyan yer ona berrak.

Karanlığa uçar onun kanadı,
Işık görse kaçar ağzının tadı;
Birçokları binbir isim söyledi,
Hiçbirisi değildir onun adı.

Her zerreden durmaz eder tecelli,
Bakanların perde olur emeli,
Eğer (Emre) tarif etse âşikâr,
Görmiyenler ya yalan! der, ya deli!

Âdetidir, gafilin görmez gözü,
Süt almağa, sağmak ister öküzü,
İlim, ilim! diye durmaz sayıklar,
Birbirine uymaz özüyle sözü.

Ağzından çıkanı kulağı duymaz,
Küfür eder durup kılarken namaz;
Anadan kör doğan, ne kadar baksa,
Âşikâre ayı, günü bulamaz.

Otururken her yanına yaksak mum,
Biz görelim, görmekten olmuş mahrum;
Görmiyenler daima eder inkâr,
Âşikârken her yerde Hayyülkayyum.

(Emre) bilir, hiç kimseyi görmez hor,
Ümmî amma, bu yazıyı çok okur;
Söyleyip dinlemek ne kadar kolay,
İçi dışa uydurması gayet zor.





18.3.950


Bir taraftan yazar, bir yandan bozar,
Bu ne hikmet Yarab, okursan, kızar;
Öyle bir yaradır, cerrahı yoktur,
Şifa ister isen döner de azar.

Ağrısı acısı, kendi dermanı,
Devâ durur iken ister hicranı;
Buna tabip olan nasıl anlatsın...
Göz ile dinlenir onun lisanı.

Sevdiğine daim eder tekellüm,
Hayat durur iken istiyor ölüm;
Halini sorarsan sükût ediyor,
Dünyaya hâkimdir, görünür mazlum.

Akıllar ermedik, vardır halleri,
Etinen (1) deridir saklar Gaffar'ı;
Binbir yüzü vardır, birisi Hâdî;
Âşık (cemal) ister, neyler Kahhar'ı...

Sana yaklaşanlar neyler hicabı...
Sen vâdetmedin mi, kaldır nikabı;
Elinde fermanı, bekler kapıyı,
Diri Muhammetten aldık hitabı.

Terk eyledik dünya denen harabı,
Temizledik, içtik bizler şarabı;
Biz ilimle aşktan giydik libası,
(Mânâ) yı anlıyan, neyler sevabı...

Cenneti, Tûba'yı verdik sofuya,
Meyvasını yedik biz doya doya;
Hakikat güneşi canda doğunca,
Bir daha bakmayız yıldıza, aya.

Oradan kurtardı Halil İbrahim,
Tecelli edince bizlere Rahim;
Muhammede doğru açılınca yol,
Âşikâre oldu bilinmez ilim.

Akılsız, fikirsiz edilir tahsil,
Sadası candadır, söyliyemez dil;
Otuz üç senedir yüzüne bakar,
Bu kitabı sevdi fakir (İsmail).



(1) Et ile.


12.4.950


Küre, nice hale olmuş hâmile,
Zamanı gelmeden, gelir mi dile...
Ananın karnında görünmez çocuk,
Vakıtsız zuhura gelenler öle.

Ana yürür iken gezer beraber,
Zamanı gelince edemez siper;
Kimi çirkin doğar, kimisi dilber,
Yaradandan başka kimseler bilmez.

Nice haller tarif etmiştir âyât,
Şimdi muallâkta olur nakliyat,
Birçok âfât oldu arzla semâvât,
Yaradandan başka kimseler bilmez.

Görünmüyor amma, benzer şehire,
Nice varlık saklar, görünmez küre,
Kuluna meçhuldür, Yaradan göre,
Yaradandan başka kimseler bilmez.

Seyreden kulların dili tutulur,
Eğer tarif etse derhal lâl olur,
Göstermek istiyen, oluyor mazur,
Yaradandan başka kimseler bilmez.

Kulundan kuluna eyler cezayı,
Kurmuş iken, yıkar nice azâyı,
Gözü âmâ eder, verir kazayı,
Yaradandan başka kimseler bilmez.

Seyreyleyip gören, eyliyemez faş,
Her taraftan yağar, gösterirsek, taş,
Bizler seyirciyiz, kendisi nakkaş,
Yaradandan başka kimseler bilmez.

Kulu eli ile yapmıştır atom,
Atsa, helâk olur zalimle mazlum,
Yapanlara bu hal, değildir malûm,
Yaradandan başka kimseler bilmez.

Her daim lutuftur, şükür bizlere,
Ateşinden gelmez bize bir zerre,
Kur'anda vadetti Hak, Peygambere,
Yaradandan başka kimseler bilmez.

(Emre) işitince olmuştur ferah,
Ahmetten deyince Hazreti Allah,
Kendisi sırrına kendisi âgâh,
Yaradandan başka kimseler bilmez.





12.4.950


Gördüğüm rüyayı yoran olur mu?
Geçirdiğim hali soran olur mu?
Senin gibi Cânân imar etmiştir,
Âşıkın yaptığı viran olur mu?

Kulların yaptığı saray, yıkılır,
Muvakkat zamanda eseri kalır,
Toprak, verdiğini geriye alır,
Âşıkın yaptığı viran olur mu?

Yaptığın sarayın kerpiçi Tûr'dan,
İçinin suvağı, görünen nurdan,
Halil, İsmaili eyledi kurban,
Âşıkın yaptığı viran olur mu?

Rahman olur, eğer girerse beşer,
Giren, seyir eder: Kurulmuş mahşer,
Mobilyasını da bu güneş döşer,
Âşıkın yaptığı viran olur mu?

Onun dört tarafı gül ile reyhan,
Daim hizmet eder nice yüzbin can;
Kendinden kendine bekler bahçıvan,
Âşıkın yaptığı viran olur mu?

Letafet olarak açılır çiçek,
Bize vuslat için çekerler emek,
Herkeslere olmaz, kısmet, gözükmek,
Âşıkın yaptığı viran olur mu?

Kendi eli ile atılmış temel,
Uzanırsa yanar, hariçten bir el,
Görenler, canını veriyor bedel...
Âşıkın yaptığı viran olur mu?

Övdüğüm, değildir bağ ile bostan,
Ne cennet, ne huri, değildir vildan;
Duymak istiyene, övülen: insan...
Âşıkın yaptığı viran olur mu?

Kapısını bekler (İsmail Emre),
Orada yok olur hep göre göre,
Canından geçenler o eve gire...
Âşıkın yaptığı viran olur mu?





14.4.950


Kara gece kara kalmaz,
Elbet birgün atar şafak;
Bütün haller zeval bulur,
Anlıyanlar, etmez merak;

Her gecenin sonu: sabah;
Bekliyene gösterir Hak;
Büyük, küçük, birleştirir,
Sükût duran kara toprak;

Birgün gelir, hep tükenir
Hem verecek, hem alacak;
Kuvvet gider sahibine,
Ne el tutar, ne de ayak;

Uyan gözüm, sana sözüm
Etti lüzum, işit mutlak;
Giden geri, gelmez beri,
Bul cevheri, ibretle bak;

Gitsin gaflet, gelsin vahdet,
Bu ibadet ruha rezzak;
(Emre)! cismin, resmin, hasmın;
Unut, resmin sana tuzak.





25.4.950


Dilber! sendeki kaşlar,
Beni yakmıya başlar...
Yolunda feda olmuş,
Nice can ile başlar...

Anlıyor, kurban olan,
Hâline hayran olan,
Varlığından vazgeçip,
Soyunup üryan olan.

Seninle oluyor bir,
Kalmıyor başka tedbir;
Âşıkların istiyor,
Yüzünü aç da çevir.

Seni istiyen görsün,
Bekler, olmasın mahzun;
(Emre), bakıp görenler,
Delidir, eder düğün.





5.5.950


Bize ibret bu dünyanın her hâli,
Biz gideriz, burda kalır hep malı,
Beraberdir, uyanmazsak, vebâli,
Âdetidir, kendisine bend eder.

Teslim olma, kendisine çevirir,
Bal gösterir, zehirlenmiş hap verir,
Tatlı gibi görünüyor her zehir,
Âdetidir, kendisine bend eder.

Gafil olma, desteliyor yakanı,
Yüzlerine bulaştırır pis kanı,
Dünya, sevmez ibret ile bakanı,
Âdetidir, kendisine bend eder.

Uyan da bak, belâsından geri dur,
Yakın olan, âdet budur, kudurur;
Suç işletir, yüzlerine berk vurur, (1)
Âdetidir, kendisine bend eder.

Yaklaşırsan, bulaştırır bed ahlâk,
Karanlıktır, görünüyor çok berrak,
Tutulduysan, o bırakmaz, sen bırak,
Âdetidir, kendisine bend eder.

Bir dolaptır, teslim olmuş İblis'e,
Âdem yüzü ona olmuş elbise,
Bilmiyeni, durmaz boyar bir ise,
Âdetidir, kendisine bend eder.

Teslim olma, seni koymaz o salim,
Eğer olsan her şeylere sen âlim;
Birçoğunu sever, eder hep yetim,
Âdetidir, kendisine bend eder.

Bilmiyene görünüyor Hak gibi,
Daim güler etmek için hep tâbi...
Malım! deme, nerde eski sahibi?
Âdetidir, kendisine bend eder.

Her mal bekler son zamanda haracı,
(Emre)! anla, benim! diyen, kiracı...
Konan kuşlar götürmüş mü ağacı...
Âdetidir, kendisine bend eder.



(1) Berk = Sert, sıkı, şiddetlice.


6.5.950


Ey Yaradan! bu ne hikmet...
Bütün âlem eder hizmet;
Birçokları eder isyan,
Döner, senden ister himmet.

Birçokları senden gafil,
Fakat senden ayrı değil,
Cirmi olsa bir karınca,
Eğer olsa büyük bir fil. (1)

Ayrılığıdır bir idrâk, (2)
Karışmıştır yerle eflâk;
Hayatları bütün sensin,
Çıkar isen, olurlar hâk.

Ayrı gösteren, bu beden...
Biz biliriz, Muhitsin sen,
Orta yerde kimseler yok,
Her tarafta sensin dönen.

Anlaşılmaz, bu bir ilim,
Seyreder bu hâle âlim;
Dilimden söyliyen sensin,
Bilmez oldum, bu (Emre) kim?

Ara yerde oldu gaip,
Bu hal, ona oldu nasip;
Sabredemez, dili söyler,
Anlamıyan, eder tâyip.



(1) Cüsseleri, ister, bir karınca kadar küçük, ister, bir fil kadar büyük olsun, mahlûkatın hiçbirisi senden ayrı değildir; daha doğrusu, sen onlardan ayrı değilsin onlar bunu bilmezler.
(2) Onları senden ayıran şey, idrâkleri, yani akıllarıdır.


11.5.950

İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI Kitap: 2         SAYI:   551 -  560 Bu evin bitmez işi, Çalışsa da çok kişi; Dünyâları arasan, Bulunmaz ...