Kitap: 2 SAYI: 61 - 70
İnsanın yüreği, benzer yüzüne,
İçinde görünen: kendi, gözüne;
Herkes sevdiğini, durmaz zikreder,
Hâlini bilmeğe: bakın sözüne. (1)
İnsanın aynası, yine insandır,
İçini gösteren: diyen lisandır;
Kiminin dilinden, Rahman nutk eder,
Nefsine uyandan, söyler: Şeytandır.
Aşka tâbi olan, alır ilhâmı,
Dostunu zikreder, dâim kelâmı;
Beyin; mîde gibi, durmaz çalışır,
Zorca hazmedilir, kelâmın hamı.
Akılın hazmına, derler: tefekkür,
Hak tecellî etse, zanneyler küfür;
(Cibrîl)e emretmiş: Meryem burnuna,
Hem de kulağına, yetiş de üfür!
(Îsâ) varlığına, olmuş hâmile,
Esrâr-ı İlâhî, gizlenmiş dile;
Ne kadar âşikâr, eylese bilen,
Bu (İlmi Ledünnî), söylenir böyle.
Kitaptaki hurûf, kâfi gelmiyor,
Söyleyip işitmek, herşeylerden zor;
Bu (İsmail Emre), aşka bürünse,
Her canlı mahlûktan, ediyor zuhur.
Olmuş, cana taksim, binbir sıfâtı,
İnsana verilmiş, sevilen (Zât)ı;
Seyredip görmüştür, bu hâli (Emre),
Geri teslim etti, bütün hayâtı.
Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:21.15
(1) Bir insanın hâlini bilmek ve anlamak için sözüne bakın.
28.5.1952
İçinde görünen: kendi, gözüne;
Herkes sevdiğini, durmaz zikreder,
Hâlini bilmeğe: bakın sözüne. (1)
İnsanın aynası, yine insandır,
İçini gösteren: diyen lisandır;
Kiminin dilinden, Rahman nutk eder,
Nefsine uyandan, söyler: Şeytandır.
Aşka tâbi olan, alır ilhâmı,
Dostunu zikreder, dâim kelâmı;
Beyin; mîde gibi, durmaz çalışır,
Zorca hazmedilir, kelâmın hamı.
Akılın hazmına, derler: tefekkür,
Hak tecellî etse, zanneyler küfür;
(Cibrîl)e emretmiş: Meryem burnuna,
Hem de kulağına, yetiş de üfür!
(Îsâ) varlığına, olmuş hâmile,
Esrâr-ı İlâhî, gizlenmiş dile;
Ne kadar âşikâr, eylese bilen,
Bu (İlmi Ledünnî), söylenir böyle.
Kitaptaki hurûf, kâfi gelmiyor,
Söyleyip işitmek, herşeylerden zor;
Bu (İsmail Emre), aşka bürünse,
Her canlı mahlûktan, ediyor zuhur.
Olmuş, cana taksim, binbir sıfâtı,
İnsana verilmiş, sevilen (Zât)ı;
Seyredip görmüştür, bu hâli (Emre),
Geri teslim etti, bütün hayâtı.
Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:21.15
(1) Bir insanın hâlini bilmek ve anlamak için sözüne bakın.
28.5.1952
Küreden büyüktür, sendeki beden,
İçinde mevcuttur, her türlü mâden,
Görür de bilirsin, uyanırsan sen,
Sana bildirmiyen, sendeki gurur.
Semâda uçarsın, yerde gezersin,
Deniz diplerinde, suda yüzersin,
Hemi İlyas, hem de, Hızra benzersin,
İnsandan ne ilim, ediyor zuhur... (1)
Sen bu mâdenlerden, kanat açarsın,
Ona hayat verip, gökte uçarsın,
Sen seni bilmezsen, böyle nâçarsın,
Sana hicâbolan, nefsinde durur.
İlimler güneşi, Mağripten doğmuş,
Bilginin zıyası, cehiller boğmuş,
Yarasaya zindan, neden gelir hoş?
Bilenleri tenkid, ediyor mâzur. (2)
Bir söz denmiş; duyan, eylemiş kayıt:
(Allemenî harfen, sayyerenî abd); (3)
İnsâfın var ise, sen işit zâhit!
Azap çekmiyor mu, seyreyle, mağrur?
Aklından def'eyle, Cini, Şeytanı,
Neden mahkûm etmiş, verilen canı?
Gözlerini aç da, Dostunu tanı,
Gönlün bir saraydır, Rahman oturur.
Nefsinden kaldır, at, bütün illeti,
(Rabbül'âlemîn)dir, sev her milleti, (4)
Kimse inkâr etmez, hiç bu âyeti,
Eğer anlaşılsa: akıllar durur.
(Emre)! anlıyanın, ömrü sökülür,
Ne kadar dik olsa, boynu bükülür,
Benliği terkeyle: günah dökülür,
Senin söylediğin, (hâl) ile olur.
Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:11.30
(1) İnsanoğlundan ne kadar çok ilimler zuhur ediyor.
(2) Bu kelime, halk dilinde (Kör) mânâsına kullanılır.
(3) Hazreti Ali'nin bir sözüdür: (Bana bir harf öğreten kimse, beni kendisine köle yapmıştır.)
(4) (Rabbül'âlemîn = Bütün âlemlerin, herşeyin ve herkesin Rabbı).
29.5.1952
İçinde mevcuttur, her türlü mâden,
Görür de bilirsin, uyanırsan sen,
Sana bildirmiyen, sendeki gurur.
Semâda uçarsın, yerde gezersin,
Deniz diplerinde, suda yüzersin,
Hemi İlyas, hem de, Hızra benzersin,
İnsandan ne ilim, ediyor zuhur... (1)
Sen bu mâdenlerden, kanat açarsın,
Ona hayat verip, gökte uçarsın,
Sen seni bilmezsen, böyle nâçarsın,
Sana hicâbolan, nefsinde durur.
İlimler güneşi, Mağripten doğmuş,
Bilginin zıyası, cehiller boğmuş,
Yarasaya zindan, neden gelir hoş?
Bilenleri tenkid, ediyor mâzur. (2)
Bir söz denmiş; duyan, eylemiş kayıt:
(Allemenî harfen, sayyerenî abd); (3)
İnsâfın var ise, sen işit zâhit!
Azap çekmiyor mu, seyreyle, mağrur?
Aklından def'eyle, Cini, Şeytanı,
Neden mahkûm etmiş, verilen canı?
Gözlerini aç da, Dostunu tanı,
Gönlün bir saraydır, Rahman oturur.
Nefsinden kaldır, at, bütün illeti,
(Rabbül'âlemîn)dir, sev her milleti, (4)
Kimse inkâr etmez, hiç bu âyeti,
Eğer anlaşılsa: akıllar durur.
(Emre)! anlıyanın, ömrü sökülür,
Ne kadar dik olsa, boynu bükülür,
Benliği terkeyle: günah dökülür,
Senin söylediğin, (hâl) ile olur.
Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:11.30
(1) İnsanoğlundan ne kadar çok ilimler zuhur ediyor.
(2) Bu kelime, halk dilinde (Kör) mânâsına kullanılır.
(3) Hazreti Ali'nin bir sözüdür: (Bana bir harf öğreten kimse, beni kendisine köle yapmıştır.)
(4) (Rabbül'âlemîn = Bütün âlemlerin, herşeyin ve herkesin Rabbı).
29.5.1952
Hayat bir rüyadır, bellisiz günü, (1)
Geldiği yeredir, insanın yönü;
Bilinmedik ele, durmadan yürür,
(Yarın) idrâk olmaz, hatırlar (dün)ü.
Hayatını bilmez, çok eyler teşviş,
Ölmiyecek gibi, durmaz, tutar iş;
Dünya bir pencere, her gelen bakar,
Bütün buna benzer, gelişle gidiş.
Hani, nere gitti, Hazreti Âdem?
(Hâbil, Kaabil) diye, ederdi sitem;
Bu fânî dünyanın, önüyle sonu,
Baştanbaşa dolu, azapla elem.
İkinci babası: o Nuh peygamber,
(Dünya Tûfânı)ndan, o verdi haber;
Gemisini yaptı, kurtarmak için,
Her cinslerden aldı; kendi beraber.
Eyyup peygamberdi, sabır sultânı,
Burda teslim etti, verilen canı;
O da terkeyleyip, bırakıp gitti,
Gafil olanlara, fâni cihânı.
Gelip de geçmiştir, nice Süleyman...
Arkada kalmıştır, bu devrü zaman;
Birçok devreyleyip, dolmuş, boşalmış...
İki kapılıdır, tılısımlı han.
Çok uzundur... Hani, Hazreti Ahmed?
Geldi, geçti; dedi: Yarabbî, ümmet!
Durmadan söylüyor, işitenlere,
Kulağı açıklar, alıyor himmet.
Dünya bir ejderha: var yedi başı,
Gelenlerin vurur, beynine taşı;
Gafiller gülerek, (benim!) zanneder,
Giderken rehberi: kendi gözyaşı.
İlk sözü, doğanın: dâim ağlamak,
Ayak bastığı yer: bir kara toprak;
Bir elden bir ele sürünür, gelir,
Hareketsiz olur, el ile ayak.
Terkettiği yerden, kalmaz haberi,
Gelir de dönemez, bir dahi geri;
(Emre)! anladın mı, bu esrârı sen?
Hiç geriye dönme, dâim ileri!
Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:7.45
(1) Bellisiz = Belirsiz.
1.6.1952
Geldiği yeredir, insanın yönü;
Bilinmedik ele, durmadan yürür,
(Yarın) idrâk olmaz, hatırlar (dün)ü.
Hayatını bilmez, çok eyler teşviş,
Ölmiyecek gibi, durmaz, tutar iş;
Dünya bir pencere, her gelen bakar,
Bütün buna benzer, gelişle gidiş.
Hani, nere gitti, Hazreti Âdem?
(Hâbil, Kaabil) diye, ederdi sitem;
Bu fânî dünyanın, önüyle sonu,
Baştanbaşa dolu, azapla elem.
İkinci babası: o Nuh peygamber,
(Dünya Tûfânı)ndan, o verdi haber;
Gemisini yaptı, kurtarmak için,
Her cinslerden aldı; kendi beraber.
Eyyup peygamberdi, sabır sultânı,
Burda teslim etti, verilen canı;
O da terkeyleyip, bırakıp gitti,
Gafil olanlara, fâni cihânı.
Gelip de geçmiştir, nice Süleyman...
Arkada kalmıştır, bu devrü zaman;
Birçok devreyleyip, dolmuş, boşalmış...
İki kapılıdır, tılısımlı han.
Çok uzundur... Hani, Hazreti Ahmed?
Geldi, geçti; dedi: Yarabbî, ümmet!
Durmadan söylüyor, işitenlere,
Kulağı açıklar, alıyor himmet.
Dünya bir ejderha: var yedi başı,
Gelenlerin vurur, beynine taşı;
Gafiller gülerek, (benim!) zanneder,
Giderken rehberi: kendi gözyaşı.
İlk sözü, doğanın: dâim ağlamak,
Ayak bastığı yer: bir kara toprak;
Bir elden bir ele sürünür, gelir,
Hareketsiz olur, el ile ayak.
Terkettiği yerden, kalmaz haberi,
Gelir de dönemez, bir dahi geri;
(Emre)! anladın mı, bu esrârı sen?
Hiç geriye dönme, dâim ileri!
Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:7.45
(1) Bellisiz = Belirsiz.
1.6.1952
Açmış diken üstünde gül,
Dolaştı, çözülmez gönül;
Beni eğer tekdir etse,
Ben sanırım öttü bülbül.
Unuturum bütün gamı,
O gün ederim bayramı;
Neşe ile dolar gönlüm,
Dostum gönderir ilhâmı.
Teslim olur ona dilim,
Söyleyen O; ben değilim.
Gülüşünü seyredersem,
Tutulur ayağım, elim.
Teslim olur bütün âzâm,
Bozulur (farz) ile (nizam);
Anlamıyan, (küfürdür!) der,
Kudretim yok, nasıl bozsam...
Giriftar oldum hâlına,
Feda oldum hayâlına;
Ben âşıkım; gönül vermem
İki dünyanın malına.
Bütün varlık, oldu bir ân,
Bende kalmadı hiç derman;
Sevgilime kavuşunca,
Bilmem nerde dînü iman...
Kalmadı bir tarafa yol,
Anlaşılmaz sağ ile sol;
(Emre)! kim ne derse desin,
Herkesler hâlından mes'ul.
Zapteden: Vasfiye Değirmenci
Saat:7.20
9.6.1952
Dolaştı, çözülmez gönül;
Beni eğer tekdir etse,
Ben sanırım öttü bülbül.
Unuturum bütün gamı,
O gün ederim bayramı;
Neşe ile dolar gönlüm,
Dostum gönderir ilhâmı.
Teslim olur ona dilim,
Söyleyen O; ben değilim.
Gülüşünü seyredersem,
Tutulur ayağım, elim.
Teslim olur bütün âzâm,
Bozulur (farz) ile (nizam);
Anlamıyan, (küfürdür!) der,
Kudretim yok, nasıl bozsam...
Giriftar oldum hâlına,
Feda oldum hayâlına;
Ben âşıkım; gönül vermem
İki dünyanın malına.
Bütün varlık, oldu bir ân,
Bende kalmadı hiç derman;
Sevgilime kavuşunca,
Bilmem nerde dînü iman...
Kalmadı bir tarafa yol,
Anlaşılmaz sağ ile sol;
(Emre)! kim ne derse desin,
Herkesler hâlından mes'ul.
Zapteden: Vasfiye Değirmenci
Saat:7.20
9.6.1952
Durmadan yağıyor, gamın yağmuru,
Ciğerim yanıyor, her taraf kuru...
Beni öldürmek mi, aceba zoru?
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...
Herkesi severim, ederler ikrah,
Mevlâya danıştım: değilmiş günah;
Ezelden yazılmış, bu bahtı siyah...
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...
(53) yıl geçti; bir âna benzer,
Bâzı ferah, bâzı, hicrâna benzer,
Bâzı elem, bâzı, ihsâna benzer;
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...
Bir dem gelir, Arşı, ettirir seyran,
Yüzünü açar da, olurum hayran;
Çekilip; içime, dolduruyor kan...
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...
Dikenleri döşer, âşık yoluna,
Sever, zahmet verir, kendi kuluna,
Bâzı, muhtaç eder, birtek puluna;
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...
Sever de çok verir, derd ile mihnet,
Lûtfedecek vakit, ettirir zahmet,
Yetmişiki çeşit, gönderir illet...
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...
(Emre)! böyle geçti, ecdâdın senin,
Sonunda anılır, bu adın senin,
Çok şükür, verildi, murâdın senin;
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...
Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:22.30
10.6.1952
Ciğerim yanıyor, her taraf kuru...
Beni öldürmek mi, aceba zoru?
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...
Herkesi severim, ederler ikrah,
Mevlâya danıştım: değilmiş günah;
Ezelden yazılmış, bu bahtı siyah...
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...
(53) yıl geçti; bir âna benzer,
Bâzı ferah, bâzı, hicrâna benzer,
Bâzı elem, bâzı, ihsâna benzer;
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...
Bir dem gelir, Arşı, ettirir seyran,
Yüzünü açar da, olurum hayran;
Çekilip; içime, dolduruyor kan...
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...
Dikenleri döşer, âşık yoluna,
Sever, zahmet verir, kendi kuluna,
Bâzı, muhtaç eder, birtek puluna;
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...
Sever de çok verir, derd ile mihnet,
Lûtfedecek vakit, ettirir zahmet,
Yetmişiki çeşit, gönderir illet...
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...
(Emre)! böyle geçti, ecdâdın senin,
Sonunda anılır, bu adın senin,
Çok şükür, verildi, murâdın senin;
Hayat yolu burdan, geçer neyleyim...
Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:22.30
10.6.1952
Attığım adımlar, geride kaldı,
Arzu ile emel, bütün hayaldı;
Çok şükür, bu gönül, (Yâr)i bilince,
Bir dahi ayrılmaz, zevkine daldı. (1)
Hiç tekrar gam tutmaz, olmuştur ferah,
Eski hallerinden, bulunca felâh;
(Dost)unu bulmıyan, olur mu iflâh...
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.
Bu hayat yoluna, yürünmez tekrar.
Seni halkeyliyen, eylemiş karar;
Bu hâli bilene, yürümek yarar,
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.
Sevgilini seyret, zevkine (2) daldır,
Kimseler anlamaz, böyle bir haldır...
Nefse mahkûm olma, sakın, deccaldır;
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.
Âgâh olanlara, hâl âşikâre...
Onlar canlarını, satmışlar (Yâr)e,
Gözü, gönülleri, dikik (Dîdâr)e;
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.
Onların kalbleri, nur ile dolmuş,
Gönülleri vîran: defîne olmuş,
O zıya altında, renkleri solmuş...
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.
Onlar bu dünyaya, vermezler kıymat:
Mekânları, olmuş, ebedî hayat;
Onları bilmiyen, olmuş, der, murtad; (3)
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.
Gönülleri çıkmış, (Arşı Âlâ)ya,
Başları değiyor, dâim bâlâya,
Ayakları basmış, alçak dünyaya;
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.
Dünya, âhirete, olmazlar mahkûm,
Hep diri olmuşlar, bilmezler ölüm,
Kur'anın esrârı, olmuştur mâlûm:
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.
Ayrılıp gelmezler, (Dost)un elinden,
Alıp da içerler, onun elinden;
Bu (Emre) söyledi, (Ankaa) dilinden:
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.
Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:7.30
(1) Emre, birinci dörtlükten sonra âlemi farka geldiği için, birinci ile müteâkip dörtlükler arasında kafiye tertibi bakımından fark vardır.
(2) Senin zevkine.
(3) Murtad = Mürted.
25.6.1952
Arzu ile emel, bütün hayaldı;
Çok şükür, bu gönül, (Yâr)i bilince,
Bir dahi ayrılmaz, zevkine daldı. (1)
Hiç tekrar gam tutmaz, olmuştur ferah,
Eski hallerinden, bulunca felâh;
(Dost)unu bulmıyan, olur mu iflâh...
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.
Bu hayat yoluna, yürünmez tekrar.
Seni halkeyliyen, eylemiş karar;
Bu hâli bilene, yürümek yarar,
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.
Sevgilini seyret, zevkine (2) daldır,
Kimseler anlamaz, böyle bir haldır...
Nefse mahkûm olma, sakın, deccaldır;
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.
Âgâh olanlara, hâl âşikâre...
Onlar canlarını, satmışlar (Yâr)e,
Gözü, gönülleri, dikik (Dîdâr)e;
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.
Onların kalbleri, nur ile dolmuş,
Gönülleri vîran: defîne olmuş,
O zıya altında, renkleri solmuş...
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.
Onlar bu dünyaya, vermezler kıymat:
Mekânları, olmuş, ebedî hayat;
Onları bilmiyen, olmuş, der, murtad; (3)
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.
Gönülleri çıkmış, (Arşı Âlâ)ya,
Başları değiyor, dâim bâlâya,
Ayakları basmış, alçak dünyaya;
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.
Dünya, âhirete, olmazlar mahkûm,
Hep diri olmuşlar, bilmezler ölüm,
Kur'anın esrârı, olmuştur mâlûm:
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.
Ayrılıp gelmezler, (Dost)un elinden,
Alıp da içerler, onun elinden;
Bu (Emre) söyledi, (Ankaa) dilinden:
Yüzünü topraktan, yukarı kaldır.
Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:7.30
(1) Emre, birinci dörtlükten sonra âlemi farka geldiği için, birinci ile müteâkip dörtlükler arasında kafiye tertibi bakımından fark vardır.
(2) Senin zevkine.
(3) Murtad = Mürted.
25.6.1952
Tekâmül eyleyince yaş,
Ağarırsa sakalla baş,
Yönün toprağa doğrudur,
Ne kadar olursan tıraş. (1)
Îkaz eder seni, yüzün,
Cihana seyreden gözün;
Hâlini âşikâr eder,
Ne kadar saklasan, sözün.
Bu bedene etme minnet,
Bak hâline, sen al ibret;
Hayat misafirdir, gider,
Her ne kadar etsen izzet.
İyi anla: sensin yolcu;
Toprağadır ömrün ucu;
Gel! deyip çağırırlarsa,
Kimselerin yetmez gücü.
Emir, Hudânın dilinde,
Bu ömrün ipi elinde;
Vakıt gelirse, O çeker,
İyi bak, bağlı belinde. (2)
Uyan, et (ıskat), (vasiyet):
Dünyada kalmasın niyet;
Teslim ol sen diri iken;
Azrail eder eziyet.
Burada bitsin pazarlık,
(Emre)! gözünü aç, ayık!
Gel! emrini işitirsen,
Seyredersin alık alık.
Hiç bırakma bir dakanak,
Sadece (Dost) yüzüne bak;
Öl de diril: senin kanın
Her daim desin: Enelhak!
Zapteden: V. Değirmenci.
Saat:7.25
(1) Bu doğuş, Emre tıraş olmak üzere aynaya baktığı sırada doğmuştur.
(2) Senin belinde.
6.7.1952
Yönün toprağa doğrudur,
Ne kadar olursan tıraş. (1)
Îkaz eder seni, yüzün,
Cihana seyreden gözün;
Hâlini âşikâr eder,
Ne kadar saklasan, sözün.
Bu bedene etme minnet,
Bak hâline, sen al ibret;
Hayat misafirdir, gider,
Her ne kadar etsen izzet.
İyi anla: sensin yolcu;
Toprağadır ömrün ucu;
Gel! deyip çağırırlarsa,
Kimselerin yetmez gücü.
Emir, Hudânın dilinde,
Bu ömrün ipi elinde;
Vakıt gelirse, O çeker,
İyi bak, bağlı belinde. (2)
Uyan, et (ıskat), (vasiyet):
Dünyada kalmasın niyet;
Teslim ol sen diri iken;
Azrail eder eziyet.
Burada bitsin pazarlık,
(Emre)! gözünü aç, ayık!
Gel! emrini işitirsen,
Seyredersin alık alık.
Hiç bırakma bir dakanak,
Sadece (Dost) yüzüne bak;
Öl de diril: senin kanın
Her daim desin: Enelhak!
Zapteden: V. Değirmenci.
Saat:7.25
(1) Bu doğuş, Emre tıraş olmak üzere aynaya baktığı sırada doğmuştur.
(2) Senin belinde.
6.7.1952
Seni arar iken, ben oldum gaaip,
Kimlere sorarsam, ediyor tâyip;
Tabiat kanunu, böyle kurulmuş:
Büyüyen, küçüğe, oluyor sahip.
Canda bulmuş iken, gözlerim arar,
Kalbimde gezerken, lisanım sorar;
Vuslatın lezzeti, hasretindedir:
Âşıklara, yanmak, edilmiş karar.
(Nokta)da dururum, aklım dolanır,
Ciğerim kan ağlar, gözüm sulanır;
Bu aşkın tarifi, hiç edilmemiş,
Anlayım diyenin, fikri bulanır.
Öyle bir ilimdir: yoktur tahsili,
Tarif eyliyenin, tutulur dili;
Âr ile varlığı, tepeliyenin,
O nurdan kaleme, uzanır eli.
Beyin kâğıdına satırlar dizer,
Okuyup yazanlar, mevtâya benzer;
Tahsil eyliyenin, okulu: makber;
Kabrin dört yanında, cenaze gezer.
Dünyalar, oluyor, bilene düşman,
Açmak istiyenler, oluyor pişman;
Orada yok olmuş - seyreyle (Emre)!
Hayâli görünür - nice yüzbin can... (1)
Zapteden: Fuzûle Emre
Saat: 23.30
(1) Emre! seyret: orada nice canlar yok olmuştur... Şimdi onların ancak hayalleri kalmıştır.
13.7.1952
Kimlere sorarsam, ediyor tâyip;
Tabiat kanunu, böyle kurulmuş:
Büyüyen, küçüğe, oluyor sahip.
Canda bulmuş iken, gözlerim arar,
Kalbimde gezerken, lisanım sorar;
Vuslatın lezzeti, hasretindedir:
Âşıklara, yanmak, edilmiş karar.
(Nokta)da dururum, aklım dolanır,
Ciğerim kan ağlar, gözüm sulanır;
Bu aşkın tarifi, hiç edilmemiş,
Anlayım diyenin, fikri bulanır.
Öyle bir ilimdir: yoktur tahsili,
Tarif eyliyenin, tutulur dili;
Âr ile varlığı, tepeliyenin,
O nurdan kaleme, uzanır eli.
Beyin kâğıdına satırlar dizer,
Okuyup yazanlar, mevtâya benzer;
Tahsil eyliyenin, okulu: makber;
Kabrin dört yanında, cenaze gezer.
Dünyalar, oluyor, bilene düşman,
Açmak istiyenler, oluyor pişman;
Orada yok olmuş - seyreyle (Emre)!
Hayâli görünür - nice yüzbin can... (1)
Zapteden: Fuzûle Emre
Saat: 23.30
(1) Emre! seyret: orada nice canlar yok olmuştur... Şimdi onların ancak hayalleri kalmıştır.
13.7.1952
Yerli yerincedir, seyran bizimdir,
Diri hayat bulduk, devran bizimdir:
Biz bu hasta aklı, ettik tedavi,
Kimsenin hakkı yok, derman bizimdir.
Kim ne derse desin, îman bizimdir,
Önde devreyliyen, zaman bizimdir;
İçten içe yürür, her göz göremez,
Mevlâyı bildiren, irfan bizimdir.
Ona bu can kurban... Edâ eyledik,
Bildik, kendisine, feda eyledik;
Katramızı, nurdan, attık deryaya,
Nefse hâdim iken, Hudâ eyledik.
Devre gören gözü, âmâ eyledik, (1)
Doğru görünüşü, semâ eyledik;
Bilmek istiyene, bu hazineyi,
Nice bin gözlerden, îmâ eyledik.
Tekâmüle doğru, her yeni nesil,
Geride kalmıştır, olanlar cahil:
(Emre)! sen yönünü ileri dönder,
Arkada kalan hâl, oluyor zâil.
Zapteden: Hâfize Akiz.
Saat:9
(1) Devre = Ters, kötü, yanlış mânâlarında kullanılır.
18.7.1952
Diri hayat bulduk, devran bizimdir:
Biz bu hasta aklı, ettik tedavi,
Kimsenin hakkı yok, derman bizimdir.
Kim ne derse desin, îman bizimdir,
Önde devreyliyen, zaman bizimdir;
İçten içe yürür, her göz göremez,
Mevlâyı bildiren, irfan bizimdir.
Ona bu can kurban... Edâ eyledik,
Bildik, kendisine, feda eyledik;
Katramızı, nurdan, attık deryaya,
Nefse hâdim iken, Hudâ eyledik.
Devre gören gözü, âmâ eyledik, (1)
Doğru görünüşü, semâ eyledik;
Bilmek istiyene, bu hazineyi,
Nice bin gözlerden, îmâ eyledik.
Tekâmüle doğru, her yeni nesil,
Geride kalmıştır, olanlar cahil:
(Emre)! sen yönünü ileri dönder,
Arkada kalan hâl, oluyor zâil.
Zapteden: Hâfize Akiz.
Saat:9
(1) Devre = Ters, kötü, yanlış mânâlarında kullanılır.
18.7.1952
Dükkânda olsaydık, içerdik kahve,
Hasret oluyoruz, gelince eve,
Kavrulurken kokar, şehire, köye,
Tiryâkiler bilir, onun tadını...
Herbirinde vardır, bilinmez lezzet,
Allah neler etmiş, kuluna himmet...
Kimine bol verir, kimini hasret...
Tiryakiler bilir, onun tadını...
Lezzet verir; bilmez: zengin, fukarâ,
Nice rengi vardır, görünür kara,
Siyah don giyerek, görünür (Yâr)a,
Tiryakiler bilir, onun tadını...
Kavrulurken, olmuş, tavası: Seyhan,
Ateşi (Aşk)tandır, kavuran: Rahman,
Dünyaları gezer, neşrolan duman,
Tiryakiler bilir, onun tadını...
O, Âdem'denberi, devreder gelir,
Bu kahve tadını, içenler bilir,
Hâlini bilenin, boynu eğilir,
Tiryakiler bilir, onun tadını...
Etten, tenden yapmış, kahve kabını,
Gönüllere yazmış, her kitabını,
(Emre) işitmiştir, o hitâbını,
Tiryakiler bilir, onun tadını...
Zapteden: Hâfize Akiz
Saat:16
18.7.1952
Kavrulurken kokar, şehire, köye,
Tiryâkiler bilir, onun tadını...
Herbirinde vardır, bilinmez lezzet,
Allah neler etmiş, kuluna himmet...
Kimine bol verir, kimini hasret...
Tiryakiler bilir, onun tadını...
Lezzet verir; bilmez: zengin, fukarâ,
Nice rengi vardır, görünür kara,
Siyah don giyerek, görünür (Yâr)a,
Tiryakiler bilir, onun tadını...
Kavrulurken, olmuş, tavası: Seyhan,
Ateşi (Aşk)tandır, kavuran: Rahman,
Dünyaları gezer, neşrolan duman,
Tiryakiler bilir, onun tadını...
O, Âdem'denberi, devreder gelir,
Bu kahve tadını, içenler bilir,
Hâlini bilenin, boynu eğilir,
Tiryakiler bilir, onun tadını...
Etten, tenden yapmış, kahve kabını,
Gönüllere yazmış, her kitabını,
(Emre) işitmiştir, o hitâbını,
Tiryakiler bilir, onun tadını...
Zapteden: Hâfize Akiz
Saat:16
18.7.1952