24 Temmuz 2017 Pazartesi

Hz.İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI
Kitap: 2              SAYI:    11  -   20

İçme için çıktık, yola, ulaştık,
Dereleri gezdik, dağlar dolaştık;
Korkma! deriz, duymaz, bizim hanıma,
Sözü dinlemiyor, nidelim, şaştık.

Ne kadar söylersek, duymaz nasihat,
Aklı da, fikri de, bulmadı sıhhat;
Teslim olmayınca, bir can, Hudâya,
Nefisten kurtulmaz, bu nazlı hayat.

Işığı bulunca, İçme'ye vardık,
Bu nefsin elinden, canı kurtardık;
Derdimize deva, aramak için,
Hayat Sahibini, bildik, yalvardık.

Çokları bulmadı, bu derde devâ:
Can, ten bahasıdır; değil bedâva;
Dünya gibi değil, Dostumun yurdu,
Ateşten yapılmış, yanar bir yuva.

Yok olmadan, etmez, kimse tahammül.
Yaklaşınca yanar, dayanmaz gönül;
Açan gülün rengi, neden kırmızı?
Onun için öter, görünce bülbül.

Aşkı artırınca, duramaz dili,
Etrafında görmez, âlemi eli;
Esip söyletiyor, (Âşık Emre)yi
Bâdisabah denen, seherin yeli.

Zapteden : Şevket Kutkan
Saat : 19.30

Mersin İçmesi'ne giderken otobüste ve otobüs hareket halinde iken doğmuştur. 




1.9.1951

Gelip geçenlerden, aldın mı ibret?
Gafletten uyan da, ibretle seyret,
Sen de onlar gibi, eyleme minnet;
İbret ile görüp, duymadın mı sen?
Durmadan seversin, doymadın mı sen?

(Emre)! dediklerin: bağsız merdivan,
Önü tatlı durur, bir ucu viran,
Durmadan seversin, Mevlâdan utan!
İbret ile görüp, duymadın mı sen?
Durmadan seversin, doymadın mı sen?

Anan, baban, deden, nereye gitti?
Ömür iplikleri, sarıldı, bitti,
Bu gafletten gayrı, acep ne etti?
İbret ile görüp, duymadın mı sen?
Durmadan seversin, doymadın mı sen?

Seni aldatıyor, haramla helâl,
Dört köşeye bak da, sen de ibret al,
Neresinden tutsan, her yanı vebâl..
İbret ile görüp, duymadın mı sen?
Durmadan seversin, doymadın mı sen?

Gelmiş, geçmiş birçok, yiğitle dilber,
Burda yaşamışlar, onlar beraber,
Bu zalim dünya da, vermemiş haber..
İbret ile görüp, duymadın mı sen?
Durmadan seversin, doymadın mı sen?

Önü diriliktir, son ucu ölüm,
Her zerresi, eder, ölmeden hücum,
Kendisi dikendir, diyor: Ben gülüm!
İbret ile görüp, duymadın mı sen?
Durmadan seversin, doymadın mı sen?

Altı köşesinde, kurulmuş tuzak,
(Emre)! kurtulmazsın, basarsan ayak,
Eğer göremezsen, sana müstahak!
İbret ile görüp, duymadın mı sen?
Durmadan seversin, doymadın mı sen?

Zapteden : Şevket Kutkan
Saat : 20.00

Mersin İçmesinden dönerken otobüste ve otobüs hareket halindeyken doğmuştur.




2.9.1951


Devir döner, olur tebdil,
Anlatamaz onu her dil; (1)
Geri kalmaz, hep ileri..
Değişilir, olur zâil.

(Küllü hâlin) olur (zâil):
Gözönünde bu (İsmail);
(İlim) gelip oturunca,
Yaklaşamaz oldu (cehil).

Arkasında bu tatlı (Hâl):
Aklın gıda aldığı bal..
Mümkün değil tarif etmek,
Bulamamış kimse misal.

Anlatamaz asla hurûf,
Söylemiştir nice (ma'rûf)...
Tarif etsek gizleniyor,
Görünürse, ederler havf.

Tâ ezelden budur âdet:
Başlangıcı: her ibadet;
Akıl, daim korkak durur;
Misâl: Cibrîl, hem Muhammed.

(İlim) görmez o Dilber'i,
Hiç göremez: çok ileri;
Etmeyince (Aşk) tecelli,
Yürüyemez, kalır geri.

Sen söyledin (Emre); sen duy:
(Aşk)tan gayri her haller: (huy);
O âleme üryan yürü,
Nefsin giymiş, sen var da soy.

Zapteden : Neş'e Emre
9 Eylül 1951 Saat : 9.20 


(1) Radyoda İngilizce dersi verildiği sırada doğmuştur. 


Gözümü açtım ki: hayat bir zindan..
Karanlık eyliyen: içindeki kan;
Bir bulut görünen: bu benlik imiş,
Bu varlık gidince, eyledin hayran.

Kendimden geçince, söylen dilimden,
Söyletmezsen, gelmez, bir şey elimden;
Her yanım sen oldun, görünce seni,
Sen zuhûr eyledin, gözler selimden.

Yaklaşınca, oldun, dilim, dudağım,
Teslim oldu sana, elim, ayağım;
Kendimden geçince, bildim, anladım:
Seninle muhittir, kanımla yağım.

Bundan sonra demem, ben kendime ben!
Eğer ben! der isem, neredesin sen...
Yarab! bu ne hâldir, fâni doluyor
Cemâlinden senin, bir ışık gören.

Senden ayırdın da, gurbete saldın,
Âlem fâni oldu, sade sen kaldın;
(Âdem) gibi (Emre), feryad edince,
Kucaklayıp, geri, kendine aldın.

Zapteden : Fuzûle Emre
23 Eylül 1951 Saat : 8.30

Emre, bu doğuşu, tıraş olurken söylemiştir. 



Bazı senlik, benlik... Kesret midir bu?
Bazı ne sen, ne ben.. Vahdet midir bu?
- Bir ilimdir, hem hâl, etti tecellî -
Bazı ayrılıktır.. Hasret midir bu?

Bazı bir taş olur, çok çeker azap,
Bazı bir (Baş) olur, çok alır hitap;
- (Kitâb-ı Kâinât), böle okunur -
Bazı yoldaş olur, ref'olur nikap.

Bazı ayrı görür, döner de sever,
Ona âşıklara, durmadan över;
Sıkıntıya düşer, bir dem, şaşırır,
Gönül, taşlar alıp, kendini döğer.

Gamı hazmeyleyip, çok olur ferah,
Hâl tekâmül eyler, hitam bulur (âh);
Bazı zindan olur, yolunu görmez,
(Aşk Güneşi) doğar, olur tam sabah.

Öyle bir âlemdir: gündüz, gecesiz..
Gözönüne çıkar, (Dost)a giden iz:
Tecelli edince, (Mâşukun Yüzü),
O vakıt görünmez, sizler ile biz.

Gayetle düz olur, mağriple maşrık,
Aranılan (Cemâl), o vakıt açık.
Tarif ettin (Emre)! gösterdin (Yüz)ü;
Körler geri dursun, seyretsin âşık.

Çünkü onlar bilmez, mal ile melâl; (1)
Kimseleri, o hâl, ettirmez visâl,
Ehli olmıyana, tarif eyleme,
Seher âşıkları, seyretsin: helâl!

Korkar, yaklaşamaz (ahlâk deccalı),
Görür, tanıyamaz, (dünya hammalı);
(Emre) taksim eder, hak sahibine:
Kimselerin değil, (yetim)in malı.

Zapteden : Fuzûle Emre
29 Eylül 1951 Saat : 18.30 


(1) Mal menâl : mal mülk. 


Anlatmak isterim, gayet derindir,
Dost'u seyreyledim, kalbim serindir;
Her gördükçe artar, (Aşk) ile (Şefkat):
Gözlerim ağlıyor, suyunu dindir.

Âhıma dayanmaz, çok cesim dağlar,
Dışarım güler de, içim kan ağlar;
Mağrip ile maşrık, olsa aramız,
Dostum, sûretini, gönlüme bağlar.

Gündüz hayâlimde, geceleri düş,
Güneş şavkı gibi, kalbime düşmüş;
Üçyüzbin peygamber, değer, âşıka
Yüzünün devrini, bir kerre görüş.

Birçokları yıkar, Onun için put,
Arkasından çıkar, onlara (Mâbûd);
Fâş etti esrârı, gözlüler! görün!
Gözü görmiyene, neylesin Mahmud...

Hiç durmadan eder, bakın, işaret;
Ona kavuşana, işte beşâret...
Neylesin bu (Emre), eğer olmazsa
Bakıp dinliyende, hiç kabiliyyet...

Yârabbi! onlara, sen perdeyi aç,
Bütün bu yaraya, sendendir ilâç.
(Emre) bundan başka, varlık istemez:
(Kul)a göstermekten, başka bir kazanç.

Zapteden: Fuzûle Emre,
Saat:8.15 




7.10.1951


Devirden devire, döner bu hayat,
Çok sür'atli gider, yetişemez at;
Kimseler bilemez, gittiği yeri,
Kimi leziz geçer, kiminde yok tad.

Kimisi giderken, eder şikâyet,
Kimisi bilir de, eylemez minnet;
Bin yıl sürer ise, hepisi bir ân... (1)
Uyan gözüm, uyan, ibretle seyret.

Kimi görür geçer, kimisi gafil,
Birçokları döker, bildirmeğe, dil;
Yol sonunu bulsa, hep toprak olur:
Az yaşıyan böcek, çok yaşıyan fil.

Bunları görmeğe, lâzımdır (İrfan);
Onlar görüp eder, hakikî îman;
Hayvan için yoktur, tekrar bir hayat;
Dünyayı değişir, dirilir (İnsan).

Orda mala, mülke, yoktur ihtiyaç,
Daim gıda verir, vardır bir (Ağaç);
Göz ile kulaktan, gıda alanlar,
Onlar tok olurlar; kalırlar mı aç?

Daim meyva verir, (Bilgi Ağacı),
Bu gaflet derdinin, odur ilâcı;
Yiyen, veren bilir, onun tadını,
(Emre) tarif eder: değildir acı.

Zapteden: Fuzûle Emre.
Saat:10.30 


(1) (Bin yıl sürer ise) ifadesi Adana ağzında (bin yıl sürse bile) yerinde kullanılmaktadır. 

8.10.1951


Aklın varsa gönül! eyleme keder,
Bu hayatın yolu, böylece gider;
Birçokları Haktan, bilir herşeyi,
Bâzıları der ki: eyledi kader.

Bu âleme gelen, bir yere yolcu;
Aklı olan, görür, söylenen (Burc)u;
Yaradana varır, sabreyle, seyret,
Başladığın yolun, mutlaka, ucu.

Herşey kendisinden; eyleme merak,
İraden var ise, sen ona bırak;
Benim! diyenlerin, yolu karanlık,
Eğer öldürmezsen, olur mu berrak?

İyi düşünürsen: ne gelir elden?
Bilinğ mi? Söylenir, nutk eden dilden; (1)
Yaradandan iste, her murâdını;
Söylediğin, olmaz, başka bir elden. (2)

Ahvalini (3) Ona, sen eyle teslim,
Bundan başka yoktur, (Tekâmül İlim);
Sen nefsin eline, (Emre)! bırakma;
O, kimleri acep, eylemiş sâlim?

Gözünü açanın, varır da kapar,
Yürüdüğü yola, çok sedler yapar;
Âmâya görünen: daim karanlık,
Gözü açıklara, Dost, eder par par.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:9.45 


(1) Bilinğ mi? = Bilir misin?
(2) El = Yabancı, başkası. Başka bir kimseden.
(3) Sen kendi ahvalini, senin ahvalini. 

9.10.1951


Hizmet eder daim, küçüğe büyük;
Kanunudur: bilmez, neyleyim, küçük;
Şefkat zor... görünmez, bir tılısımdır...
Böyle taşınılır, bu ilâhî yük.

(Ekilip yetişen, ağaç)tır misal:
Her taraftan büyür, kendisinden dal;
Kökünden haberi, olmaz onların...
Hizmet tatlı gelir, olmuştur hammal.

Bâzısına baksan: ortası çürük,
İçerisi boştur, dışı da büyük;
Yaprağı yetişir, daim zevk eder;
Kendisine baksan: çirkin bir kütük.

Üstünün, altından, yoktur haberi;
Kendi bed görünür, besler Dilberi;
Topraktan, gıdayı, alır da verir,
Çektiği emeğe, etmez kederi.

Böyle böyle geçer, ilâhî ahvâl;
Onlar bu şefkatte, eylemez ihmâl;
(Emre)! iyi seyret, etme şikâyet,
Şefkat böyle olur, gör de ibret al.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:10.45

Bu doğuş, Emre'nin kızı Hâfize Akiz'in, hasta olan çocuğu için, ağlaması üzerine doğmuştur. 




9.10.1951


Acep bu dünyada, kim rahat bulmuş?..
İçine düşenler, hep esir olmuş;
Teslim olan hayat, (1) zindana benzer,
Eğer olsan insan, eğer uçan kuş.

İçine düşenler, çekiyor azap;
Fakat hoş görünür, uzaktan serap;
Hayvan duymaz, bütün, insanlaradır,
Tevrat, İncil, Kur'an, ediyor hitap.

Dünya zindan olur, işitilirse;
Elini uzanmaz, duysa bir kimse;
Bu da bir tılısım, akıllar ermez;
Eli ile girer, bu ten kafese.

Esrarla kitlidir, onun kapağı,
Durmadan yanıyor, her dört bucağı;
Kanınan kaynıyor, canın gıdası; (2)
Gözünen görünmez, yanan ocağı. (3)

Tedavi edilse, dirilmez ölü:
Kimler yakabilir, görünen külü?
Bütün oyunları, oynıyan sensin:
Mühürledim, dersin, göz ile gönlü.

İnkâr edemezsin, meydanda âyet...
Kimden kime olur, acep şikâyet?..
Affeyle suçumu, ben bir toprağım,
Şimdi diri isem, ölü nihayet.

Kulun zapt eylemiş, edemenğ inkâr; (4)
Kuvvetler senindir, birçok âyet var.
Derde düştü (Emre), inler her dâim,
Kulların ilâçı, eylemiyor kâr.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:11.50

Not: Bu doğuş, Emre, torunu Kutay'a ninni söylerken doğmuştur. 


(1) Bize teslim ve emanet edilen hayat.
(2) Kanınan = Kan ile.
(3) Gözünen = Göz ile.
(4) Edemenğ = Edemezsin. (Kur'ânı kulların zaptetmiştir; binaenaleyh, söylediğin sözü inkâr edemezsin.) 

9.10.1951

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI Kitap: 2         SAYI:   551 -  560 Bu evin bitmez işi, Çalışsa da çok kişi; Dünyâları arasan, Bulunmaz ...