2 Temmuz 2017 Pazar

Hz.İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI
Kitap: 2        SAYI:    01  -   11

Çeşit çeşit edenğ (1), Yârab, tecellî;
Bakanın, oluyor, perde, emeli;
Yazayım, diyenin, tutulur eli;
Bilen, bilmiyene, nasıl anlatsın?..

Lezzetin hâlini, yazamaz kalem;
Halledemez aşksız, cihanda âlem,
Bir araya gelip, olsalar da cem'..
Bilen, bilmiyene, nasıl anlatsın..

Tecellî zâtına, olurlar hayran, (2)
Görünce, tutulur, nutk eden lisan,
Senin Cemâline, dayanmaz her can,
Bilen, bilmiyene, nasıl anlatsın...

O Tûr ile Mûsâ, değil mi ibret?
Duyanlar, edemez, sana cesaret;
Anca, (3) ayna olur, Diri Muhammed;
Bilen, bilmiyene, nasıl anlatsın...

Sana yetişiyor, ona uyanlar,
Bu ten libasını, bilip soyanlar,
Sadânı, canından, varıp duyanlar;
Bilen, bilmiyene, nasıl anlatsın...

Yaklaşan titriyor, sanki bir hazan...
Kalbine doluyor, gam ile hicran,
Başına kopuyor, bilinmez tufan..
Bilen, bilmiyene, nasıl anlatsın...

Âşık olmıyanlar, olamaz rızâ, (4)
Senin bütün lûtfun, görünür ceza;
Buna dayanmıyor, bindebir âzâ..
Bilen, bilmiyene, nasıl anlatsın...

Yaklaşan, yanıyor, Tûr dağı gibi,
O Huld ağacının, yaprağı gibi,
Erir âşıkların, hep yağı gibi,
Bilen, bilmiyene, nasıl anlatsın...

Nice dert, nice gam, başına yağar,
Zillet ile illet, gelir de boğar,
Hakikat güneşi, onlara doğar;
Bilen, bilmiyene, nasıl anlatsın...

Böyle yaklaşmışlar, ötedenberi,
Oraya varıyor, her gönül eri,
Belâlara boğmuş, her peygamberi;
Bilen, bilmiyene, nasıl anlatsın...

Can feda etmiştir, nice evliya,
Onlar dayanır da, dayanmaz kaya,
Öyle seyretmişler, hep doya doya;
Bilen, bilmiyene, nasıl anlatsın...

Varıp yaklaşana, okunu atar,
O ok, görenlerin, gözüne batar,
(Emre), tahammülü, her daim tutar;
Bilen, bilmiyene, nasıl anlatsın...

Yârab! neden zordur, etmek tahammül?
Dayanamaz olur, sabra her gönül;
Âdet, bürünmüştür, dikene her gül;
Bilen, bilmiyene, nasıl anlatsın...

Koklıyan, tutamaz, geceler uyku,
Ateşin içinden, kokar o koku,
Alınca, kalmadı, (Emre) de korku;
Bilen, bilmiyene, nasıl anlatsın...

Zapteden: Fuzûle Emre ve Nihâl Çetinsoy
Saat: 22.30


(1) Edersin.
(2) Tecelli-i Zâtına.
(3) Anca = Ancak.
(4) "Rızâ" kelimesi, burada "râzı" sıfatı yerinde kullanılmıştır.

30.4.1951

Ne kadar yaşarsan, bir âna benzer,
İbret ile baksan, zindana benzer;
Bir zaman gelir de hâli görünür;
Aslâ imar olmaz, virâna benzer.

İçine düşenler, bulamaz felâh,
Derdine tutulur, olamaz iflâh;
Dört köşesi dolu, dert ve meşakkat,
Gönül, fırsat bulup, olamaz ıslah.

Her neye bakarsan, o atar kanca,
Kokusu zehirdir, görünür gonca;
Lezzeti bilinmez, sihre bürünmüş,
Acep kimler sevmiş, onu doyunca? (1)

Önü tatlı gibi, sonu da hüsran..
Kancayı takar da, çektirir hicran;
Her şey kendisinin, kimseye vermez;
Benim! dedirttirir, söyletir yalan.

Herkesler konuşur, derler: dünya dar! (2)
İçine düşeni, eli yok, tutar;
Uyanmışken gönül! daha uyuma!
(Emre)! gördüm dersin, kendini kurtar.

Başına geleni, kimse bilemez,
Muhabbet eyliyen, ona, gülemez;
Yârab, bu ne haldir: düşmanı sever,
Ondan kurtulmayı, neden dilemez?

Dâim uyuyana, sen(uyan!) dersen,
Döner de kızışır, (Dost, ayan!) dersen,
Ölüyü sever de, diriden kaçar,
(İbret ile görmüş, ol, insan!) dersen.

(Emre)! senden sana, nutk ediyor dil,
Ele işittirmek, kolay mı kabil?
(Allemenî harfen, sayyerenî abd...) (3)
Bu sözlerden duymaz, dinlese cahil.

Zapteden : Fuzûle Emre
Saat : 8.25


(1) Doyunca = doyuncaya kadar.
(2) Bütün mânâlariyle : Ev, dünya, darağacı ve dar yer anlamlarına.
(3) Hazreti Ali'nin (Men allemeni harfen, lekad sayyereni abden = Bana bir harf öğreten kimse, beni köle olarak kullanmağa hak kazanmıştır.) sözüne işaret edilmektedir.

13.5.1951


Gördükçe titriyor, bu dudağımız,
Savaşa yekinir, her ayağımız,
Semâda dolanır, al bayrağımız,
Mevlâ bize ihsan, eyler her daim.

Durmadan ediyor, her yandan himmet,
Yardım da ediyor, en büyük devlet,
Bize yardımcıdır, nice bin millet,
Mevlâ bize ihsan, eyler her daim.

Saat : 20.50

Not: Bu doğuş, sofra başında doğmuş fakat yarım kalmıştır.




19.5.1951

(Sîmürg)le doludur, bizim dünyamız, (1)
Bize bahşeyledi, şükür, Mevlâmız;
Ne erkek, ne dişi, bakan Leylâmız,
Bize lûtfeyledi, şükür, Mevlâmız.

Nur ile doludur, yanar gönlümüz,
Yok olmadan, görmez, bizleri her göz,
Tarif eder, bilmez, her dillerden söz,
Bize lûtfeyledi, şükür, Mevlâmız.

Öyle bir meyvadır: her el ulaşmaz,
Yemek ile bitmez, değildir o az,
Kıblei Rahmandır, Mânevî Hicaz...
Bize lûtfeyledi, şükür, Mevlâmız.

Ne doğar, ne batar, manevî günü,
Her yana veriyor, ışıktan ünü,
(Belî)de dönmüşüz, biz ona yönü,
Bize lûtfeyledi, şükür, Mevlâmız.

Dünyayı değiştik, gördük: yok ölüm;
Görseler, ederler, her yerden hücum;
Akılla bilene, değildir malûm,
Bize lûtfeyledi, şükür, Mevlâmız.

Ahmed'i bulup da, olunca teslim,
Gözönüne çıktı, o gizli ilim,
Geldi de kurtardı, o (Kalbi Selîm)..
Bize lûtfeyledi, şükür, Mevlâmız.

Geceyi, gündüzü, eyleyince bir,
İrade kalmadı, neylesin tedbir..
Gezerek olmuştur, bu beden kabir..
Bize lûtfeyledi, şükür, Mevlâmız.

Yüzünü gösterdi, o (Anka) bize,
Bizleri eyledi, canlı cenaze,
Dostu seyrederiz, biz geze geze,
Bize lûtfeyledi, şükür, Mevlâmız.

Benim methettiğim: Cennet-i Naîm,
Bilenler, duruyor, içinde dâim,
Hizmet eder (Emre), orada kaaim,
Bize lûtfeyledi, şükür, Mevlâmız.

Zapteden : Fuzûle Emre
Saat : 18.55


(1) Simürg = Zümrüdanka.

22.5.1951

Hayat, sanki, geçer, rüya..
Seyir eden, görür gûya..
Önü zindan, sonu zindan;
Kimler sevmiş doya doya?..

Gelir, geçer; hana benzer,
Işık yok, zindana benzer;
Gönül! gözünü aç da bak:
Her yanı virana benzer.

Çalışırsan, olmaz imar,
Böylece edilmiş karar;
Gelenler, kör gelir, gider,
Sanki bir âmâdan pazar..

Yarabbi, bu nasıl gaflet:
Düşmandan gözlenir izzet;
İçinde ışık yakanı,
Taşlar yetmişiki millet.

Onlar, tekrar eder himmet,
Çünkü misaldir Muhammed;
Yollarını tamir etsen,
Emelleri oluyor sed.

Sevilir bu ansız ömür;
Bindebiri bakar, görür;
Kıldan ince bir köprüdür,
(Aşk) atına binen yürür.

Anlatılmaz öte taraf...
Duymak için olmalı sâf;
(Emre)! sözü bilmek için
Olmak lâzım söze sarraf.

Doğuşu zaptedenler : Salih İnan, Suphi Kükürt, Şevket Kutkan.
Saat : 21.00




10.6.1951

Ne mânîdardır gözler..
Öğemez bütün sözler;
Aşka bürünmüş, bakar,
Aceba kimi gözler?

Bakar, (Yâr)ini bilmez,
Bugün, (yarın)ı bilmez;
Aşka giriftar olan,
Söyler, ârını bilmez.

(Hâl)i edemez siper,
Her taraf, olur Dilber;
Kendi hüviyetinden
Verir de alır haber.

Hâli vurur dışına,
Bilmiyen, der: boşuna...
Uçan Zümrüdüanka,
Gelir, konar başına.

Gelir dimağına tad,
Her yana eder imdat;
Şark ile garpten duyar,
Nerden edilse feryat.

Her yanı olur dili,
Böyle eder tecelli;
Bak ne hale düşürdü
Söyliyen (İsmail)i...

Doğuşu zaptedenler : Suphi Kükürt, Salih İnan, Şevket Kutkan.
Saat : 21.25




10.6.1951

Senin adın, Sevgilim!
Anılsa, dönmez dilim;
Acep tadın bal mıdır?..
Seni ne bilsin zalim...

Duyan ölü dirilir,
Ölmez bir can verilir;
Gözünden çıkan ışık,
Göğe, yere serilir.

Seyreden, hayat bulur,
Her şeyinen bir olur;
Bu bilinmiyen esrar,
Zevkinen eder zuhur.

Çatlar görmiyen haset,
Olmaz kendine kısmet;
Gönül! her şeyi unut,
Gece gündüz seyir et.

Kendinden olmayınca,
Benliği takar kanca;
Candan geçince (Emre),
Meyvadır bu ağaca.

Zapteden : Hafize Akiz.
Saat: 19.00




3.6.1951

Çöllerde bıraktın, sen kervan mısın?
Her şeye benzersin, bir insan mısın?
Senden sana daim, alışla veriş,
Verin, başa kakman, her ihsan mısın? (1), (2)

(Mâ lemya'lem) derler, (Allemel'insan)..(3)
Her varlık cem' olmuş, kalmamış noksan;
Göz, kulak, kalblerden, silinse mühür,
İçine girip de, olursun ayân.

Yüzüne bakanlar, oluyor Hazret,
Senin âşıkların, olur mu hasret..
Kıvılcımın değse, eğer kuluna,
Kısmeti unutur, çok eyler gayret.

(Allemel'esmâ)sın, hem (mâ lemya'lem), (3)
Sende görünüyor, yetmişbin âlem;
Yazıp bitiremez, cümle kâtipler,
Su mürekkep olsa, ağaçlar kalem.

Her dilden öğülse, olmaz nihayet,
Bitirememiştir, Hazreti Ahmet;
Sana yaklaşılmaz, eğer olmazsa,
Her yerde görünün, edersen himmet. (4)

Seninle doludur, yer, gök ve semâ,
Cemâlin bir iken, görününğ esmâ; (4),(5)
Yolun (tefekkür)dür, neyler ibadet..
Kesretin bitince, olunğ Müsemmâ.

Evvelâ (Hâl) gerek, neylesin (ilim)..
Tarif eyliyemez, her gelen âlim;
Bunları terkeyle, (Emre)! ne gerek,
Sen vakıt geçmeden, ol (Kalbi Selîm).

Zapteden : Vasfiye Değirmenci.
Saat : 11.30


(1) Verirsin.
(2) Kakmazsın.
(3) Allemel'insâne mâ lemya'lem) = (İnsana bilmediğini öğretti) - Alâk sûresi, 5-6.
(Allemel'esmâ = İsimleri öğretti) - Bakara, 31
(4) Görünürsün
(5) Eğer himmet etmezsen, insanoğlu sana yaklaşamaz; himmet ettiğin takdirde ise, ona her yerde görünürsün. (Esmâ = Allahın sıfatları)
(7) Olursun. Buradaki (Müsemmâ) kelimesiyle Allahın zâtı kasd ediliyor.

25.7.1951

Âlem bana kâfir diyor, iman benim! kime ne?
Küfr içinden seyreyledim: Rahman benim! kime ne?
Allah Allah... Rahman benim! kime ne?

İblisimı melek ettim, Şeytan benim, kime ne?
Daim bana secde eder, gufran benim, kime ne?
Allah Allah... gufran benim, kime ne?

Hamsofular: kâfir! diyor, anlamadan hep bize;
Dost ziyası gözümüzde, ihsan benim, kime ne?
Allah Allah... ihsan benim, kime ne?

Zikr olmuştur Dost'un sözü, gece, gündüz ederim;
Hazinedir benim âhım, efgan benim, kime ne?
Allah Allah... efgan benim, kime ne?

Dost'un gönlü (Beytullah)ım, benden bana çok yakın;
(Emre) girdi, daha çıkmaz, mekân benim, kime ne?
Allah Allah... mekân benim, kime ne?

Zapteden : Vasfiye Değirmenci
Saat : 12.00




10.8.1951

Hırsızlıkta mahir, hayvancasına,
Girer, hücum eder, gül goncasına,
Bilmez de takılır, şer kancasına..
(Cahil zalim!) denmiş; yerli yerince.

Zamanı gelmeden, ayağa kalkar,
Girer bir bahçeye, her yanı yıkar,
Sohbet etse, onun, kelâmı kokar;
(Cahil zalim!) denmiş; yerli yerince.

Ok gibi batıyor, söylerse, sözü,
Cahilin, güler mi, ateşten, yüzü; (1)
Harâma seyreder, her vakıt gözü;
(Cahil zalim!) denmiş; yerli yerince.

Konuşurken, sanki, ediyor savaş,
Her daim sert söyler, hiç bilmez yavaş,
Güleç yüzü olmaz, daim çatar kaş;
(Cahil zalim!) denmiş; yerli yerince.

Yüreği katıdır, bir dem gülemez,
İyiyi, kötüyü, bakıp, bilemez,
Suçunun affını, Haktan dilemez..
(Cahil zalim!) denmiş; yerli yerince.

Safânın yerine, çekerler azap,
Bir zaman kâr etmez, onlara Hitap..
Neylesin onlara, inen (Dört Kitap)...
(Cahil zalim!) denmiş; yerli yerince.

Muhammed neyledi, Ebûcehil'e...
Her daim isterdi, imâna gele;
Nûru bırakıp da, bakardı küle;
(Cahil zalim!) denmiş; yerli yerince.

Gelip geçenlerden, (Emre)! al ibret,
Etsen, inkâr eder, onlara hizmet;
Sen şefkat edersin, ederler hiddet;
(Cahil zalim!) denmiş; yerli yerince.

Zapteden: Vasfiye Değirmenci
Saat : 12.45


(1) Cahilin ateş olmuş yüzü hiç güler mi?

10.8.1951



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI Kitap: 2         SAYI:   551 -  560 Bu evin bitmez işi, Çalışsa da çok kişi; Dünyâları arasan, Bulunmaz ...